İŞ KAZASI OLDUĞUNUN TESPİTİ İSTEMİ - TARAFLAR ARASINDAKİ İLİŞKİNİN ESER SÖZLEŞMESİ KAPSAMINDA OLUP OLMADIĞI ARAŞTIRILMALI VE ELDE EDİLECEK SONUCA GÖRE OLAYIN İŞ KAZASI OLUP OLMADIĞI BELİRLENMELİ - HÜKMÜN BOZULMASI

ÖZET: Eldeki dava dosyası incelendiğinde, dosya içeriğine ve toplanan delillerin tartışılmasına göre; davalı ...'ın somut olayda 3. kişi sıfatında olduğu ve işverenlik sıfatının bulunmadığı açıktır. Bu sebeple öncelikle, davalı ... yönünden davanın reddi gerekir. Davalı ... yönünden ise işverenlik durumu irdelenmeli, yukarıda belirtilen bilgiler ışığında taraflar arasındaki ilişkinin eser (istisna) sözleşmesi kapsamında olup olmadığı araştırılmalı, ve elde edilecek sonuca göre olayın iş kazası olup olmadığı belirlenmelidir. Bu sebeple belirtilen esasları taşımayan, eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirir. O hâlde, davalılar vekillerinin bu yönleri amaçlayan itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. 

(506 S. K. m. 87) (4857 S. K. m. 8) (6098 S. K. m. 470) 

Dava, iş kazası olduğunun tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece, ilâmında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir. Hükmün, davalılar avukatları tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.05.2004 tarihli ve 10-233/262 sayılı kararında da belirtildiği üzere maddede “aracı” olarak nitelenen üçüncü kişi, gerek mevzuatta, gerekse öğreti ve yargı kararlarında; alt işveren, taşeron, tali işveren, alt müteahhit, alt ısmarlanan gibi adlarla anılmaktadır. "Üçüncü Kişinin Aracılığı" başlıklı, 506 sayılı Yasa’nın 87. maddesi, “sigortalılar üçüncü bir kişinin aracılığı ile işe girmiş ve bununla sözleşme yapmış olsalar bile, bu Yasanın işverene yüklediği ödevlerden dolayı, aracı olan üçüncü kişi ile birlikte asıl işveren de sorumludur. Bir işte veya bir işin bölüm veya eklentilerinde işverenden iş alan ve kendi adına sigortalı çalıştıran üçüncü kişiye aracı denir” hükmünü içermektedir. Bu maddeye göre aracı kavramı, her şeyden önce, bir asıl işverenin varlığını, bir başka işverenin asıl işverene ait işin bir bölümünü yapmayı üstlenmeyi ve nihayet asıl işverene ait işyerinde veya işyerinin bir bölümünde iş alanın kendi adına sigortalı çalıştırmasını gerektirir. Asıl işverenle aracı arasındaki ilişki hiçbir şekilde hizmet akdine dayanmamalıdır. Uygulamada çok defa bu ilişki taşıma, eser ve benzeri sözleşmelere dayanır. Burada önemli olan yön, asıl işverene ait işin bir bölümünün aracı tarafından görülmesidir. Maddede belirtilen koşullardan birisinin yokluğu durumunda aracıdan söz edilemez. Aracı kavramının belirleyici özelliği, aracının, asıl işverene ait işten bir bölüm iş alması ve bu işte kendi adına sigortalı çalıştırmasıdır. İşverenden alınan iş, işverenin sigortalı çalıştırdığı işe göre ayrı ve bağımsız bir işyeri olarak değerlendirilebilecek nitelikte ise, işi alan kimse aracı değil, bağımsız işverendir. İşin bütünü başka bir işverene bırakıldığında bir alt işverenlik, dolayısıyla dayanışmalı sorumluluk söz konusu olmayacaktır. Benzer şekilde, işveren kendisi sigortalı çalıştırmaksızın işi bölerek, ihale suretiyle farklı kişilere vermişse, iş sahibi (ihale makamı), Yasanın tanımladığı anlamda asıl işveren olmayacağından, bir alt asıl işveren ilişkisi de bulunmayacaktır. Hizmet sözleşmesi ile eser sözleşmesi işgörme borcu doğuran sözleşmelerdendir. 

İşgörme sözleşmelerinin hemen tümünde müşterek olan nokta, taraflardan birinin (işgörenin) diğer tarafa (işsahibine) karşı daima bir iş görme borcu altına girmesi ve onun bu borcunu iş görme olarak nitelendirdiğimiz bir faaliyette bulunmak suretiyle yerine getirmesidir. 4857 sayılı Kanunun 8/1 maddesinde; "İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir." hükmü düzenlenmiştir. Maddede öngörülen tanıma göre iş sözleşmesi işgörme, ücret ve bağımlılık unsurlarından oluşmaktadır. Bağımlılık iş sözleşmesinin belirleyici unsurudur. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 470. maddesinde; "Eser sözleşmesi, yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi işsahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmedir." tanımı yapılmıştır. Tanımdan hareketle; eser sözleşmesinin unsurlarının, bir eserin meydana getirilmesi, eser meydana getirmeye karşılık ücret ödenmesi veya ücret ödemenin vaad edilmesi, tarafların meydana getirilecek eser ve karşılığında ödenecek ücret konusunda anlaşmaları olduğu söylenebilir. Eser sözleşmesinde yüklenici kural olarak işi, iş sahibine bağımlı olmaksızın serbestçe yaptığı halde, hizmet sözleşmesinde işçi, sadece belirli veya belirsiz bir süre için "zaman" itibariyle işverene bağımlı olarak ve onun direktifi altında çalışır. İşçi, işverene karşı bağımlı bir halde çalışırken, yüklenici iş sahibine karşı daha bağımsız bir durumdadır. Her ne kadar eser sözleşmesinde, yüklenici iş sahibinin talimatlarına uymak zorunda olsa da, yapılan iş bakımından bağımsız bir niteliktedir. Yüklenici genel olarak eseri kendi araç ve personelleri ile yerine getirir. Diğer yandan; eser sözleşmesinde, yaratılacak sonuç (eser) önemli öge olduğu halde; hizmet sözleşmesinde, belirli ya da belirli olmayan bir süreyle işgörme ögesi önemlidir. Yani bir eser ortaya çıkarmayan emek harcamaları da, iş sözleşmesi yönünden işgörme sayılır. Eser sözleşmesi belli bir sonucun meydana getirilmesi şeklinde oluşurken, hizmet sözleşmesinde herhangi bir sonuç taahhüt edilmemektedir. Başka bir ifadeyle, eser sözleşmesinde, bir bina gibi eserin tamamlanması taahhüt edilirken, hizmet akdine bağlı çalışan işçinin bu tarz bir taahhüdü bulunmamaktadır. Hizmet sözleşmesinde, belirli veya belirsiz bir süreliğine hizmet ediminin hasredilmesi söz konusu iken işçi açısından sonucun varlığı önemli değildir. Ayrıca, eser sözleşmesinde iş sahibi eserin meydana getirilmesi aşamasında yükleniciye doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak talimat verebilir. İş sahibinin eserin meydana getirilmesi aşamasında yükleniciye bizzat verdiği talimata doğrudan talimat, temsilcisi aracılığıyla verdiği talimata dolaylı talimat denir. İş sahibinin yükleniciye talimat verme yetkisi bizzat eser hakkında olabileceği gibi, eserin meydana getirilme tarzına ilişkin de olabilir. Eldeki dava dosyası incelendiğinde, dosya içeriğine ve toplanan delillerin tartışılmasına göre; davalı ...'ın somut olayda 3. kişi sıfatında olduğu ve işverenlik sıfatının bulunmadığı açıktır. Bu sebeple öncelikle, davalı ... yönünden davanın reddi gerekir. Davalı ... yönünden ise işverenlik durumu irdelenmeli, yukarıda belirtilen bilgiler ışığında taraflar arasındaki ilişkinin eser (istisna) sözleşmesi kapsamında olup olmadığı araştırılmalı, ve elde edilecek sonuca göre olayın iş kazası olup olmadığı belirlenmelidir. Bu sebeple belirtilen esasları taşımayan, eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirir. O hâlde, davalılar vekillerinin bu yönleri amaçlayan itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalılar ... ve ...'a iadesine, 16/06/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi. 

BELİRLİ VE BELİRSİZ SÜRELİ İŞ SÖZLEŞMESİ

 

Belirli ve belirsiz süreli sözleşmeler 4857 Sayılı yasanın 11. Maddesinde düzenlenmiştir. İş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak yapılmadığı halde sözleşme belirsiz süreli sayılır. Belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmesidir.

Belirli süreli iş sözleşmesi, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamaz. Aksi halde iş sözleşmesi başlangıçtan itibaren belirsiz süreli kabul edilir. Esaslı nedene dayalı zincirleme iş sözleşmeleri, belirli süreli olma özelliğini korurlar.

Belirli ve belirsiz süreli iş sözleşmesi ayırımın sınırları 4857 Sayılı İş Kanununun 12. Maddesinde düzenlenmiştir.  Belirli süreli iş sözleşmesi ile çalıştırılan işçi, ayırımı haklı kılan bir neden olmadıkça, salt iş sözleşmesinin süreli olmasından dolayı belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalıştırılan emsal işçiye göre farklı işleme tâbi tutulamaz.

Belirli süreli iş sözleşmesi ile çalışan işçiye, belirli bir zaman ölçüt alınarak ödenecek ücret ve paraya ilişkin bölünebilir menfaatler, işçinin çalıştığı süreye orantılı olarak verilir.

Herhangi bir çalışma şartından yararlanmak için aynı işyeri veya işletmede geçirilen kıdem arandığında belirli süreli iş sözleşmesine göre çalışan işçi için farklı kıdem uygulanmasını haklı gösteren bir neden olmadıkça, belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalışan emsal işçi hakkında esas alınan kıdem uygulanır. Emsal işçi, işyerinde aynı veya benzeri işte belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalıştırılan işçidir. İşyerinde böyle bir işçi bulunmadığı takdirde, o işkolunda şartlara uygun bir işyerinde aynı veya benzer işi üstlenen belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalıştırılan işçi dikkate alınır.

Sürekli İş – Süreksiz İş

 

İşçi ve işveren arasında değişik türlerde iş sözleşmeleri akdedilebilir. Taraflar iş sözleşmesinin içeriğini çalışma koşullarına uygun olarak istedikleri şekilde düzenleyebilirler.

İş sözleşmeleri sürekli ve süreksiz iş olarak ayrılırlar.

Sürekli ve süreksiz iş ayrımının ne şekilde olduğu 4857 sayılı Kanunun 10. Maddesinde düzenlenmiştir.

Nitelikleri bakımından en çok otuz iş günü süren işlere süreksiz iş, bundan fazla devam edenlere sürekli iş denir. Süreksiz iş olarak yapılan iş sözleşmelerinde 4857 Sayılı Kanunun 3, 8, 12, 13, 14, 15, 17, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 34, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 75, 80 ve geçici 6 ncı maddeleri uygulanmaz. Süreksiz işlerde, bu maddelerde düzenlenen konularda 6098 Sayılı Borçlar Kanunu’nun ilgili hükümleri uygulanır.

İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR

 

İş sözleşmesi, belirli bir işin yapılması konusunda işveren ile işçi arasında yapılan sözleşmedir. İş sözleşmesinin tanımı 4857 Sayılı Kanunun 8. Maddesinde yapılmıştır. Kanunun tanımına göre;

“İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” Şeklinde tanımlanmıştır.

Uygulamada çoğunlukla iş sözleşmeleri sözlü olarak yapılmakta, taraflar arasında yazılı bir iş sözleşmesi yapılmamaktadır. Ancak bu durum ilerleyen zamanlarda taraflar arasında uyuşmazlık çıkması halinde iki taraf içinde problem olmaktadır. İş sözleşmesinin yazılı olarak yapılması ispat açısından her zaman önemlidir.

Mevcut yasal düzenlemelere göre, kanunlarda aksi öngörülmemiş ise özel bir şekle tabi değildir. Kanunen süresi 1 yıl ve daha uzun süreli olan iş sözleşmelerinin yazılı olarak yapılması zorunludur. Ancak uygulamada bu duruma uyulmadığı görülmektedir. Kurumsal şirketler ile kamu kurumlarında bu kurala istisnasız olarak uyulmakta ise de, az sayıda işçi çalıştıran iş yerlerinde yazılı sözleşme yapılması kuralına çoğunlukla uyulmamaktadır.

Peki yazılı sözleşme yapılamayan hallerde ne yapılması gereklidir ? Yazılı sözleşme yapılmayan hallerde işveren işçiye en geç iki ay içinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık çalışma süresini, temel ücreti ve varsa ücret eklerini, ücret ödeme dönemini, süresi belirli ise sözleşmenin süresini, fesih halinde tarafların uymak zorunda oldukları hükümleri gösteren yazılı bir belge vermekle yükümlüdür. Süresi bir ayı geçmeyen belirli süreli iş sözleşmelerinde bu hüküm uygulanmaz. İş sözleşmesi iki aylık süre dolmadan sona ermiş ise, bu bilgilerin en geç sona erme tarihinde işçiye yazılı olarak verilmesi zorunludur.

İŞ KAZASI DAVALARINDA ZAMANAŞIMI SÜRESİ

 

İŞ KAZASI DAVALARINDA ZAMANAŞIMI SÜRESİ

İş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat talepli alacak davası açılabilmektedir. tazminat talepli alacak davalarının tabi olduğu zamanaşımı süresi 6098 Sayılı Borçlar Kanunu'nun 72 maddesinde düzenlenmiştir. madde metni şu şekildedir. "MADDE 72- Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır"

Madde metninden de açıkça anlaşılacağı üzere iş kazasından kaynaklı tazminat davaları 2 yıllık ve 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. özellikle kısmı dava açılması halinde bilirkişi raporu ile tespit edilen rakamlar için ek dava açılması gündeme gelmektedir. Bu durumda ek dava açma süresi de aynı zamanaşımı süresine tabi olup, 10 yıllık sürenin geçmiş olması halinde iş kazasından kaynaklı tazminat talepleri için ek dava açılamamaktadır. 

Konuya ilişkin Yargıtay kararı aşağıda belirtilmiştir. 

T.C.
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
E. 1991/10366
K. 1991/12970
T. 8.10.1991
• İŞ KAZASINDAN DOĞAN TAZMİNAT DAVALARI ( Zamanaşımı Süresi )
• ZAMANAŞIMI SÜRESİ ( İş Kazasından Doğan Tazminat Davalarında )
• EK DAVANIN TABİ OLDUĞU ZAMANAŞIMI SÜRESİ ( İş Kazasından Doğan Tazminat Davalarında )
• TAZMİNAT VE EK DAVALARIN TABİ OLDUĞU ZAMANAŞIMI SÜRESİ ( İş Kazasından Doğan )
• İLK DAVANIN SONRAKİ EK DAVA İÇİN ZAMANAŞIMINI KESMEMESİ ( İş Kazasından Doğan Tazminat Davalarında )
818/m.125
ÖZET : İş kazası nedeniyle açılan tazminat ve ek davaların 10 yıllık zamanaşımı süresi içinde açılması gerekir. İlk davanın açılmış olması, ek davalar için zamanaşımını kesmez. Çünkü, her bir dava müstakil bir davadır.
DAVA : Taraflar arasındaki iş kazasından doğan maddi ve manevi zararın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle gerçekleşen miktarın faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine ilişkin hükmün süresi içinde duruşmalı olarak temyizen incelenmesi davalı avukatınca istenilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 8.10.1991/Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davalı adına Avuat K.Ş. geldi. Karşı taraf adına kimse gelmedi. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatın sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü :
KARAR : 1- Dosyadaki yazılarla toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Davacının % 9 maluliyetiyle sonuçlanan iş kazası 7.7.1979 tarihinde meydana gelmiştir. Davacı ilk davada saklı tuttuğu fazlaya ait kısımla ilgili 1.ek davayı 14.1.1991 tarihinde 2.ek davayı da 2.5.1991 tarihinde açmıştır. Davalı her iki ek davada süresinde zamanaşımı savunmasında bulunmuştur. İş kazası nedeniyle uğranılan zararların tazmini davası B.K.`nin 125`nci maddesi uyarınca 10 yıllık zamanaşımına tabidir ve zamanaşımı olay tarihinden itibaren nazara alınır ve her dava müstakil bir davadır. Bu nedenle ilk davanın açılışı sonraki ek davalar için zamanaşımını kesmez. Gerek birinci ve gerekse ikinci ek davalar olay tarihinden 10 yıl geçtikten sonra açılmıştır. Böylece her iki ek dava zamanaşımına uğramıştır. Birinci ve ikinci ek davalarla istenen maddi tazminatla ilgili isteklerin zamanaşımından reddine karar vermek gerekir.
O halde, karar bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, 8.10.1991 gününde oybirliğiyle karar verildi.