Sayfalar
8 Ekim 2024 Salı
Fazla Mesai Ücreti Alacağının İspatı
Fazla çalışma ücretinin ispatı ve Emsal Kararlar
Fazla çalışma ücretinin ispatı sorunu hemen hemen her davada gündeme gelmektedir. Çoğu avukat arkadaşımız iş davasını her türlü işçi kazanır mantığı ile hareket edildiğinden bazen istenmeyen sonuçlar ile karşılaşmaktadırlar.
imzalı bordro olması halinde durum ne olacak ?
bordrolarda imza var ama imzalar işçiye ait değil ise ne olacak ?
bordrolarda imza var ama bordroda fazla çalışma ücreti tahakkuku yok ise ne olacak ?
bordrolarda imza var ve her bordroda sembolik olarak bir miktar fazla çalışma ücreti tahakkuk ettirilmiş ise ne olacak ?
İşte tüm bu sorulara bu gün için iş hukuku alacak davalarına bakmakla görevli olan Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin
aşağıdaki emsal karar son noktayı koymaktadır.
YARGITAY 9. HUKUK
DAİRESİ
E. 2021/7105 - K.
2021/11870 - T. 15.9.2021
*
FAZLA ÇALIŞMA ÜCRETİ ( Bordrolarda Tahakkuk Bulunmasına Rağmen Bordroların
İmzasız Olması Halinde Varsa İlgili Dönem Banka ve Tüm Ödeme Kayıtlarının Celp
Edilmesi ve Ödendiği Tespit Edilen Miktarların Yapılan Hesaplamadan Mahsup
Edilmesi Gereği/İşveren Tarafından Dosyaya Davalı İşçiye Ait İmzalı ve Fazla
Mesai Tahakkuku İçeren ve İhtirazi Kayıtta Taşımayan Bordrolar Sunulmakla Fazla
Mesai Hesabı Yapılırken Bu Bordroların Ait Olduğu Aylar Fazla Mesai Hesabından
Dışlanması Gerekirken Bu Ödemelerin Fazla Mesai Hesabından Mahsubunun
İsabetsizliği )
*
İMZALI ÜCRET BORDROSU ( Fazla Çalışma Ücreti Ödendiği Anlaşılıyorsa İşçi
Tarafından Gerçekte Daha Fazla Çalışma Yaptığının İleri Sürülemeyeceği Ancak
İşçinin Fazla Çalışma Alacağının Daha Fazla Olduğu Yönündeki İhtirazi Kaydının
Bulunması Halinde Bordroda Görünenden Daha Fazla Çalışmanın İspatı Her Türlü
Delille Söz Konusu Olabileceği Buna Karşın Bordroların İmzalı ve İhtirazi
Kayıtsız Olması Durumunda Dahi İşçinin Geçerli Bir Yazılı Belge İle Bordroda
Yazılı Olandan Daha Fazla Çalışmayı Yazılı Delille İspatlaması Gerektiği )
*
YILLIK İZİN ( Davalının Son Ücret Bordrosu İle Yıllık İzin Ücreti Tahakkuku
Yapıldığı ve Bu Miktarın Davacının Ücreti Üzerinde Haciz Bulunduğundan İcra
Dairesine Yatırıldığını Savunduğu ve Buna İlişkin Bordro ve Ödeme Kayıtlarını
Dosyaya Sunduğu/Bu Durumda Bu Ödeme Araştırılarak Yıllık İzin Ücreti Hesabından
Ödemenin Mahsup Edilmesi Gerektiği )
*
DENİZ İŞ KANUNU KAPSAMINDA ÇALIŞMA ( Davacı Gemiadamının Sözleşme Dönemindeki
Çalışmasında Haftalık 72 Saati Geçen Kısım Var İse Fazla Mesai Ücretinin Ayrıca
Hesaplanıp Hüküm Altına Alınması Gerektiği - Fazla Çalışma Ücretinin %25 Zamlı
Hesaplanması Gerekirken %50 Zamlı Hesaplanmasının Hatalı Olduğu )
*
FAİZ ( Davacı Tarafından Kıdem Tazminatı ve İkramiye Dışındaki Alacaklara Yasal
Faiz Talep Edilmiş Olmasına Rağmen Mahkemece Fazla Mesai Ulusal Bayram Genel
Tatil Hafta Tatili Alacakları Yönünden Bu Talep Aşılmak Suretiyle En Yüksek
Banka Mevduat Faizine Hükmedilmesinin Hatalı Olduğu )
854/m.28
6098/m.402
ÖZET
: 1-Fazla çalışma ücretlerinin hesabı yönünden taraflar
arasında uyuşmazlık vardır.
Somut
olayda, işveren tarafından dosyaya davalı işçiye ait imzalı ve fazla mesai
tahakkuku içeren ve ihtirazi kayıtta taşımayan bordrolar sunulmuştur. Fazla
mesai hesabı yapılırken bu bordroların ait olduğu aylar fazla mesai hesabından
dışlanması gerekirken, bu ödemelerin fazla mesai hesabından mahsubu yerinde
olmamıştır.
2-Taraflar
arasında imzalanan bireysel iş sözleşmesinde fazla mesai ücretlerinin temel
ücret içinde olduğuna ilişkin hüküm bulunmaktadır. Söz konusu hükmün geçerli
olduğu dikkate alınarak fazla mesai hesabı yapılmalıdır. Bu hesaplada 4847
Sayılı İş Kanunu'ndaki 270 saat sınırlamasının Deniz İş Kanunu kapsamında
çalışan davacı gemiadamına uygulanma imkanı olmadığı, burada temel sınır olarak
Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmesinin öngördüğü, azami çalışma süresi günde
14, haftada 72 saati geçemez esasının kabul edilmesi ve 7 günü dahil 72 saate
kadar olan çalışmada 48 saatten 72 saatte kadar olan fazla çalışma ücretinin,
asıl ücrete dahil olduğunun kabul edilmesi gerektiği gözden kaçırılmamalıdır.
Davacı gemiadamının sözleşme dönemindeki çalışmasında haftalık 72 saati geçen
kısım var ise fazla mesai ücretinin ayrıca hesaplanıp hüküm altına alınması
gereklidir.
3-20.04.1967
tarih ve 854 Sayılı Deniz İş Kanunu'nun 28. maddesine göre bu kanuna göre
tespit edilmiş bulunan iş sürelerinin aşılması suretiyle yapılan çalışmalar,
fazla saatlerde çalışma sayılır. Aynı maddenin 2. fıkrasında yapılacak fazla
çalışmanın her saatine ödenecek ücret normal çalışma ücretinin saat başına
düşen miktarı % 25 oranında artırılmak suretiyle bulunacak miktardan az
olamayacağı düzenlenmiştir. 01.07.2012 tarih ve 6098 Sayılı Türk Borçlar
Kanunu'nun 402. maddesinde fazla mesai alacağının % 50 zamlı hesaplanacağı
düzenlenmişse de, Deniz İş Kanunu kapsamında deniz taşıma işlerinde çalışan
işçilere Deniz İş Kanunu hükümlerinin genel kanun niteliğindeki Türk Borçlar
Kanunu karşısında uygulanma önceliği vardır. Uluslararası Çalışma Örgütü'nün 180
Sayılı sözleşmesine ek olarak çıkarılmış olan 187 Sayılı tavsiye kararının
“Gemi Adamlarının Ücretleri” başlıklı II. bölümünün 3. maddesinin (c) bendinde
fazla çalışmanın saat başına ödenecek temel ücretin 1,25'inden az olmamak üzere
yasal düzenlemeler veya toplu sözleşmelerle belirleneceği belirtilmiştir. Buna
göre hesaplama % 25 zamlı ücretle yapılmalıdır.
Somut
uyuşmazlıkta hükme esas alınan bilirkişi raporunda fazla çalışma ücreti hesabı
yapılırken, % 25 zamlı ücret yerine %50 zamlı ücretin dikkate alınması
hatalıdır. Kaldı ki, hesap ve talep dönemi de 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunun
yürürlük tarihinden önceye ilişkin olduğundan herhalükarda fazla çalışma
ücretinin %25 zamlı hesaplanması gerekirken %50 zamlı hesaplanması kabule göre
de hatalı olmuştur.
4-Fazla
mesai hesabı yapılırken 6 gün çalışılıp 6 gün dinlenme şeklindeki çalışma
sisteminde ayda 72 saat çalışıldığı belirlenmiş olmasına rağmen hesaplamada 72
saat yerine 74 saat üzerinden fazla mesai hesabı yapılması da hatalıdır.
5-Davacının
yıllık izin ücreti alacağı bulunup bulunmadığı ve var ise hesabı konusunda da
taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. Davalı son ücret bordrosu ile
yıllık izin ücreti tahakkuku yapıldığı ve bu miktarın, davacının ücreti
üzerinde haciz bulunduğundan icra dairesine yatırıldığını savunmuş ve buna
ilişkin bordro ve ödeme kayıtlarını dosyaya sunmuştur. Bu durumda bu ödeme
araştırılarak yıllık izin ücreti hesabından ödemenin mahsup edilmesi
gereklidir.
6-Davacı
tarafından kıdem tazminatı ve ikramiye dışındaki alacaklara yasal faiz talep
edilmiş olmasına rağmen mahkemece fazla mesai, ulusal bayram genel tatil, hafta
tatili alacakları yönünden bu talep aşılmak suretiyle en yüksek banka mevduat
faizine hükmedilmesi de hatalıdır.
DAVA
: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen
incelenmesi taraf vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde
olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor
dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR
: Davacı İsteminin Özeti:
Davacı
vekili, davacının davalı işyerinde 24/01/2004 tarihinden iş akdinin davalı
tarafından feshedildiği 24/09/2008 tarihine kadar aralıksız palamarcı olarak
çalıştığını, davacının son aylık ücretinin 1.170,00 TL olduğunu ayrıca 2 öğün
yemek, haftalık kumanya ile 3 ayda bir yarım maaş ikramiye verildiğini,
davacının son iki yıla kadar 7 gün 24 saat çalıştığını, son iki yılda ise 6 gün
çalışıp 6 gün çalışmadığını, davacının resmi ve dini bayramlarda da aynı
şekilde çalıştığını, davacının son iki yıla ait ikramiye alacağının
bulunduğunu, davacının sendikaya üye olması nedeniyle işten çıkarıldığını iddia
ederek, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, resmi ve dini bayram ücreti, ikramiye
alacağının faizleri ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, birleşen
dava da aynı gerekçeler ile fazla mesai ve hafta tatili ve yıllık izinlerini
kullanmadığından bahisle yıllık izin ücreti talep etmiştir.
Davalı
Cevabının Özeti:
Davalı
vekili, davacının iş akdinin Deniz İş Kanununun 14/1 maddesine göre haklı
sebeplerle feshedildiğini, 23/01/2004 tarihinden itibaren davalı işyerinde
çalışan davacının işyerinde iş disiplinine uygun olmayan disiplinsiz tutum ve
davranışlar sergilediğini, uyarılmasına rağmen davacının hareketlerine devam
etmesi nedeniyle iş akdinin ihbarsız ve önelsiz feshedildiğini, davacının
sendika üyesi olduğu gerekçesiyle iş akdinin feshedildiğine ilişkin iddianın
gerçeği yansıtmadığını, davacının davalı işyerinde maktu ücret esasına göre
çalıştığını ve işyerinden herhangi bir hak ve alacağının bulunmadığını, İş
sözleşmesinde de davacının belirlenen ücretine fazla mesai ücreti, ulusal
bayram ve genel tatil çalışmaları karşılığını da kapsadığını, davacıya haklarının
imzalı ücret bordroları ile ödendiğini, ayrıca davacının 7 gün 24 saat şeklinde
çalıştığına ilişkin iddianın hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, savunarak
davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkeme
Kararının Özeti:
Mahkemenin
kıdem tazminatı, fazla mesai, hafta tatili, ulusal bayram genel tatil ücreti
alacaklarının kabulüne, ikramiye ve yıllık izin ücreti taleplerinin reddine
ilişkin kararı taraf vekillerinin temyizi üzerine Dairemizin 10.09.2014 tarih
ve 2012/32889 esas 2014/26028 karar sayılı ilamı ile; “Dosya içerisindeki fesih
bildiriminde davacının Deniz İş Kanuna tabi olarak çalıştığı açıkça
belirtilmiştir. Yine dosya içindeki iş sözleşmesi ile gemi adamı belgesine göre
davacının usta gemici olarak çalıştığı tartışmasızdır.
Somut
bu hukuki ve maddi olgulara göre davacı gemi adamının davalıya ait gemide deniz
taşıma işinde çalıştığı, bu nedenle 4857 Sayılı İş Kanunu kapsamında
kalmadığından talep edilen ve hüküm altına alınan tazminat ve işçilik
alacaklarının 4857 Sayılı İş Kanunu hükümleri uyarınca belirlenmesi hatalıdır.”
gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece bozma kararına
uyulmuş, dosya bilirkişiye verilerek bilirkişi raporu doğrultusunda temyize
konu alacakların kısmen kabul kısmen redde ilişkin hüküm kurulmuştur.
Temyiz
Başvurusu:
Kararı,
taraf vekilleri temyiz etmiştir.
Gerekçe:
1-)Dosyadaki
yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere
göre, davacının tüm, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki temyiz
itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-)Fazla
çalışma ücretlerinin hesabı yönünden taraflar arasında uyuşmazlık vardır.
Fazla
çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret
bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan
bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka
anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda
görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.
Fazla
çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş-çıkışı
gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla
çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık
beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel
bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin
niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
İmzalı
ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi
tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün
değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki
ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın
ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız
olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı
belge ile kanıtlaması gerekir.
İmzalı
ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi
tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün
değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki
ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın
ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Buna karşın, bordroların imzalı
ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge
ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille ispatlaması
gerekir. Bordrolarda tahakkuk bulunmasına rağmen bordroların imzasız olması
halinde ise, varsa ilgili dönem banka ve tüm ödeme kayıtları celp edilmeli ve
ödendiği tespit edilen miktarlar yapılan hesaplamadan mahsup edilmelidir.
Somut
olayda, işveren tarafından dosyaya davalı işçiye ait imzalı ve fazla mesai
tahakkuku içeren ve ihtirazi kayıtta taşımayan bordrolar sunulmuştur. Yukarıda
yapılan açıklamalar doğrultusunda fazla mesai hesabı yapılırken bu bordroların
ait olduğu aylar fazla mesai hesabından dışlanması gerekirken, bu ödemelerin
fazla mesai hesabından mahsubu yerinde olmamıştır.
3-)Taraflar
arasında imzalanan bireysel iş sözleşmesinde fazla mesai ücretlerinin temel
ücret içinde olduğuna ilişkin hüküm bulunmaktadır. Söz konusu hükmün geçerli
olduğu dikkate alınarak fazla mesai hesabı yapılmalıdır. Bu hesaplarda 4847
Sayılı İş Kanunu'ndaki 270 saat sınırlamasının Deniz İş Kanunu kapsamında
çalışan davacı gemi adamına uygulanma imkanı olmadığı, burada temel sınır
olarak Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmesinin öngördüğü, azami çalışma
süresi günde 14, haftada 72 saati geçemez esasının kabul edilmesi ve 7 günü
dahil 72 saate kadar olan çalışmada 48 saatten 72 saatte kadar olan fazla
çalışma ücretinin, asıl ücrete dahil olduğunun kabul edilmesi gerektiği gözden
kaçırılmamalıdır. Davacı gemi adamının sözleşme dönemindeki çalışmasında haftalık
72 saati geçen kısım var ise fazla mesai ücretinin ayrıca hesaplanıp hüküm
altına alınması gereklidir.
4-)20.04.1967
tarih ve 854 Sayılı Deniz İş Kanunu'nun 28. maddesine göre bu kanuna göre
tespit edilmiş bulunan iş sürelerinin aşılması suretiyle yapılan çalışmalar,
fazla saatlerde çalışma sayılır. Aynı maddenin 2. fıkrasında yapılacak fazla
çalışmanın her saatine ödenecek ücret normal çalışma ücretinin saat başına
düşen miktarı % 25 oranında artırılmak suretiyle bulunacak miktardan az
olamayacağı düzenlenmiştir. 01.07.2012 tarih ve 6098 Sayılı Türk Borçlar
Kanunu'nun 402. maddesinde fazla mesai alacağının % 50 zamlı hesaplanacağı
düzenlenmişse de, Deniz İş Kanunu kapsamında deniz taşıma işlerinde çalışan
işçilere Deniz İş Kanunu hükümlerinin genel kanun niteliğindeki Türk Borçlar
Kanunu karşısında uygulanma önceliği vardır. Uluslararası Çalışma Örgütü'nün
180 Sayılı sözleşmesine ek olarak çıkarılmış olan 187 Sayılı tavsiye kararının
“Gemi Adamlarının Ücretleri” başlıklı II. bölümünün 3. maddesinin (c) bendinde
fazla çalışmanın saat başına ödenecek temel ücretin 1,25'inden az olmamak üzere
yasal düzenlemeler veya toplu sözleşmelerle belirleneceği belirtilmiştir. Deniz
İş Kanunu'nun yukarıda belirtilen hükmü uluslararası düzenlemelere de uygun
düşmektedir. Buna göre hesaplama % 25 zamlı ücretle yapılmalıdır.
Somut
uyuşmazlıkta hükme esas alınan bilirkişi raporunda fazla çalışma ücreti hesabı
yapılırken, yukarıda açıklandığı üzere, % 25 zamlı ücret yerine %50 zamlı
ücretin dikkate alınması hatalıdır. Kaldı ki, hesap ve talep dönemi de 6098
Sayılı Türk Borçlar Kanunun yürürlük tarihinden önceye ilişkin olduğundan
herhalükarda fazla çalışma ücretinin %25 zamlı hesaplanması gerekirken %50
zamlı hesaplanması kabule göre de hatalı olmuştur.
5-)Fazla
mesai hesabı yapılırken 6 gün çalışılıp 6 gün dinlenme şeklindeki çalışma
sisteminde ayda 72 saat çalışıldığı belirlenmiş olmasına rağmen hesaplamada 72
saat yerine 74 saat üzerinden fazla mesai hesabı yapılması da hatalıdır.
6-)Davacının
yıllık izin ücreti alacağı bulunup bulunmadığı ve var ise hesabı konusunda da
taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. Davalı son ücret bordrosu ile
yıllık izin ücreti tahakkuku yapıldığı ve bu miktarın, davacının ücreti
üzerinde haciz bulunduğundan icra dairesine yatırıldığını savunmuş ve buna
ilişkin bordro ve ödeme kayıtlarını dosyaya sunmuştur. Bu durumda bu ödeme
araştırılarak yıllık izin ücreti hesabından ödemenin mahsup edilmesi
gereklidir.
7-)Davacı
tarafından kıdem tazminatı ve ikramiye dışındaki alacaklara yasal faiz talep
edilmiş olmasına rağmen mahkemece fazla mesai, ulusal bayram genel tatil, hafta
tatili alacakları yönünden bu talep aşılmak suretiyle en yüksek banka mevduat
faizine hükmedilmesi de hatalıdır.
SONUÇ
: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı
BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine,
15.09.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
İlave Tediye Alacağı ve İkramiye Alacağı
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2023/9-996
K. 2024/360
T. 3.7.2024
DAVA : Taraflar arasındaki tespit davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
KARAR : I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 01.10.2012 tarihinde Sinop Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Vakıf) çalışmaya başladığını, 12.05.2020 tarihinde ise Gerze Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına nakil yoluyla geçiş yaptığını, müvekkilinin geçiş üzerine Gerze Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına yaptığı başvuruya verilen cevapta nakille iş ilişkisi tasfiye edilmiş gibi değerlendirilerek kıdeminin sıfırlandığının bildirildiğini, yasal düzenlemeler gereği Türkiye genelindeki Vakıfların ... Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğüne bağlı, aynı işverene ait aynı işkolundaki işyerleri olduğunu, müvekkilinin de bu kapsamda aynı işletme içinde farklı bir işyerine yani bir Vakıftan başka bir Vakfa nakil olduğunu, iş ilişkisinin tasfiye edilmediğini ileri sürerek kıdem süresi ile birikmiş ve nakilden sonra hak kazanılan yıllık izin sürelerinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı ... (Bakanlık) vekili cevap dilekçesinde; Vakıfların özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduğunu, yasal düzenlemeler gereği işçilerin özlük hakları konusunda Bakanlığın yetkisinin olmadığını, Vakıfların her birinin ayrı işyeri olduğunu, birbirlerine veya Bakanlığa bağlı olmadıklarını, müvekkilinin taraf sıfatı bulunmadığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesi'nin 28.12.2021 tarihli ve 2020/627 Esas, 2021/775 Karar sayılı kararı ile; 3294 Sayılı Kanun'un 7. maddesi dikkate alındığında çalıştığı işyerinden nakil yoluyla aynı alanda çalışan başka bir işyerine geçiş yapan davacının önceki hizmetleri yok sayılarak iş ilişkisinin tasfiye edilmiş gibi değerlendirilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesi'nin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesi'nin 12.05.2022 tarihli ve 2022/956 Esas, 2022/1628 Karar sayılı kararı ile; 3294 Sayılı Kanun, Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün yapısı ve görevleri, Vakıf Hizmetleri Daire Başkanlığının görevleri ile 09.06.2017 tarihli ve 2016/3 Esas, 2017/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile ilgili açıklamalar yapıldıktan sonra davanın 7144 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten sonra açıldığı ve Bakanlıkça işyerlerinde uygulanmak üzere işletme toplu iş sözleşmesi bağıtlandığı dikkate alındığında Bakanlığa husumet yöneltilmesinin ve tespit davası açılmasının hukuka aykırı olmadığı, esasa yönelik olarak ise İlk Derece Mahkemesi kararının vakıa ve hukuki değerlendirme yönünden usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesi'nin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "....1.Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğüne izafeten ... aleyhine açılan davada davalı Kuruma husumet yöneltilip yöneltilemeyeceğini belirleyebilmek için öncelikle sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının tâbi olduğu Kanun hükümlerine göre yapısını, kuruluşunu ve işleyişini değerlendirmek gerekmektedir.
2. 29.05.1986 tarihli ve 3294 Sayılı Kanun'un (16.06.1989 tarihli ve 3582 Sayılı Kanun'un 1 maddesiyle değişik) 1. maddesinde, bu Kanun'un amacı "fakru zaruret içinde ve muhtaç durumda bulunan vatandaşlar ile gerektiğinde her ne suretle olursa olsun Türkiye'ye kabul edilmiş veya gelmiş olan kişilere yardım etmek, sosyal adaleti pekiştirici tedbirler alarak gelir dağılımının adilane bir şekilde tevzi edilmesini sağlamak, sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik etmek" olarak açıklanmıştır.
3. 3294 Sayılı Kanun'un (5263 Sayılı Kanun'un 19. maddesiyle değişik) 7. maddesinin birinci fıkrasında ise, Kanun'un amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdi ve ayni yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulması öngörülmüştür (md.7/1). Aynı maddenin üçüncü fıkrasında, vakıf senetlerinin mahallin en büyük mülki amiri tarafından 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre tescil ettirileceği ifade edilmiştir.
4. Sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının gelirleri, "Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan aktarılacak miktardan, işletme ve iştiraklerden elde edilecek gelirlerden ve diğer gelirlerden" oluşur (md. 8).
5. Vakıfların oluşumuna bakılacak olursa Kanun'un 7. maddesinde; ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları mütevelli heyetinde 1 adet belediye başkanı, 1 adet köy muhtarı, 1 adet mahalle muhtarı, 1 adet sivil toplum kuruluşu yöneticisi, 2 adet hayırsever vatandaşın görev alacağı belirtilmektedir.
6. Anayasa'nın 123. maddesinin üçüncü fıkrasında "Kamu tüzel kişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur." hükmü mevcuttur. Vakıflara ilişkin özel düzenleme niteliğindeki 5737 Sayılı Vakıflar Kanunu'nda da vakıfların özel hukuk tüzel kişiliğine sahip oldukları ifade edilmiştir (md. 4). Bu düzenlemeler dikkate alındığında, öncelikle genel kuralın vakıfların özel hukuk tüzel kişisi olarak faaliyet göstermesi olduğu açıktır. Vakıfların, kamu tüzel kişisi olarak kabul edilebilmesi istisnai bir hâl olup bu istisnai durumun genel kuralının aksine, tereddüde yer vermeyecek açıklıkta düzenlenmesi şarttır. Keza, kendiliğinden istisna olmaz, istisna konulmalıdır (K. Gözler, ‘Yorum İlkeleri', Anayasa Hukukunda Yorum ve Norm Somutlaşması, Tebliğ, 29-30 Eylül 2012, Ankara, Türkiye Barolar Birliği, s. 43). Bir diğer ifade ile istisnanın ayrıca ve açıkça olduğu ispat edilemediği takdirde ya da istisnanın olup olmadığı tereddütlü ise istisnanın olmadığı kabul edilmelidir (Gözler, s. 43).
7. 3294 Sayılı Kanun'da ise bu Kanun gereğince oluşturulan vakıfların kamu tüzel kişisi olduklarına dair açık bir hüküm bulunmamaktadır. Şu hâlde kanun koyucunun sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına bilinçli olarak kamu tüzel kişiliği vermediği, vakıfların 4721 Sayılı Kanun hükümlerine göre kurulmasını ve yine özel hukuk tüzel kişisi olarak özel hukuk hükümlerine göre faaliyet göstermesini istediği açıktır. Aksi düşünülse dahi sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının kısmen kamu kaynağı kullanmaları, kamu kurumu olarak nitelendirilmeleri için yeterli bir sebep değildir. Zira; 3294 Sayılı Kanun'un 8. maddesinde; vakfın gelirlerinin, "Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan aktarılacak miktardan, işletme ve iştiraklerden elde edilecek gelirlerden ve diğer gelirlerden" oluşacağı hüküm altına alınmıştır. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ayrı bir tüzel kişiliğe sahip olan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının gelirlerinin, sadece fondan aktarılan pay olmadığı, vakfın gelirleri arasında halk tarafından yapılan ve iktisadi değeri olan bağışların da bulunduğu görülmektedir. Aynı şekilde, mütevelli heyet tarafından oy çokluğu ile karar alan ve uygulayan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının 12 üyesinden 6'sının seçilerek gelen kişiler olması aksi sonuca varılmasını engelleyen bir diğer sebeptir.
8. Netice olarak sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları, bir tüzel kişi olmanın ötesinde bir özel hukuk tüzel kişisidir. Anayasa ile vakıflara ilişkin kanun hükümleri karşısında bu sonuca ulaşmak kaçınılmaz olduğu gibi sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarını düzenleyen Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu hükümleri de, özellikle vakfın gelirleri, yapısı, karar alma mekanizması bakımından farklı bir sonuç öngörmemektedir.
9. Somut olayda, gerek İlk Derece Mahkemesi gerekse Bölge Adliye Mahkemesince, 3294 Sayılı Kanun'un amacının yerine getirilmesi noktasında parasal kaynaklarının sağlanması için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanının Başkanlığında Başbakanlık Müsteşarı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Müsteşarı, İçişleri, Maliye ve Sağlık Bakanlıklarının Müsteşarları ile Sosyal Yardımlar Genel Müdürü ve Vakıflar Genel Müdüründen oluşan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonunun kurulduğu; Fonun “Fonda toplanan kaynakların, Vakıflar ve Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce yürütülecek sosyal yardım proje ve programları ile yatırım programları çerçevesinde dağıtım önceliklerini belirlemek ve dağıtımına karar vermek, vakıflarda çalıştırılacak personelin nitelikleri ile özlük hakları ve diğer hususlarla ilgili belirlenecek kriterleri görüşmek ve karara bağlamak ile Vakıflardan ve diğer kurum ve kuruluşlardan gelen sosyal yardım amaçlı talep ve teklifleri değerlendirmek, Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğüne önerilerde bulunmak olduğu ...” gibi görevlerinin bulunduğu, Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün 3294 Sayılı Kanun hükümlerine göre kurulan vakıfların harcamalarını, iş ve işlemlerini araştırıp inceleme, izleme ve denetleme, görülen aksaklıklarla ilgili gerekli tedbirleri alma, vakıfların çalışma usul ve esasları ile sosyal yardım programlarının ölçütlerini belirleme işlevini yerine getirdiği, Genel Müdürlük idari yapılanmasındaki Vakıf Hizmetleri Daire Başkanlığının da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün ise Teşkilat ve Görevlerine İlişkin Yönerge çerçevesinde vakıfların norm kadro usul ve esaslarını belirlemek ve Fon Kurulunun onayına sunmak, Fon Kurulu ilke ve kararları doğrultusunda vakıf personelinin işe giriş ve işten çıkış işlemlerini yürütmek vb. gibi işlemleri gerçekleştirdiği, böylece 3294 Sayılı Kanun kapsamında yürütülen sosyal yardım hizmetlerinin asıl olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından yerine getirildiği, sosyal yardımlaşma vakıfları ayrı tüzel kişiliklere sahip olsalar da Fon ile beraber Bakanlığın bu görevini yerine getirmek amacıyla oluşturulan idari organizasyon içinde yer aldıkları, tüm ülke çapında Bakanlık tarafından yürütülmesi gerekli sosyal yardım kamu hizmetinin, taşrada sosyal yardımlaşma vakıfları aracılığıyla yürütüldüğü, vakıfların finansının Bakanlık tarafından gerçekleştirilip işe alınacakların nitelikleri, görevleri, işe alma, işten çıkarma, tayin, ücretin belirlenmesi gibi özlük işleri ile çalışma koşullarının belirlenmesinde Bakanlığın söz sahibi olduğu, işveren yetkilerinin Bakanlıkta olduğu, diğer taraftan 25.05.2018 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 7144 Sayılı Kanun'un 7. maddesiyle maddenin gerekçesi de dikkate alındığında vakıfların bir kamu işyeri olduğunun açık olduğu sonucuna varılmıştır.
10. Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar doğrultusunda somut olay değerlendirildiğinde, öncelikle Mahkemece sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının temelde vakıf olduklarının gözden kaçırıldığı anlaşılmaktadır. Vakıflar, kural olarak özel hukuk tüzel kişisidir. Bu kuralın istisnası ise ancak o kuralı koyan makam tarafından konulabilir. Çünkü, istisna, genel kuralın uygulama alanını daraltır. Bu sebeple yargı organının, bir kurala istisna getirmesi mümkün değildir (Gözler, s.45). Bir kuralın istisnasının ancak o kuralı koyan makam tarafından oluşturulabilmesinin sonucu ise yargı organı tarafından varsayımlardan ya da genel kabuller üzerinden istisna oluşturulamamasıdır. Diğer taraftan 3294 Sayılı Kanun'da sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları (md.7) ile sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik fonu (md.3) ayrı ayrı hükümlerde düzenlenmiş olup Mahkemece bu ikisinin birbiri ile karşılaştırılması yahut birbiri ile aynı kabul edilmesi de yerinde değildir. Şayet kanun koyucu aksini öngörseydi, vakıflar ile Fonun farklı şekilde düzenlenmesine gerek duyulmazdı. Üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise açık bir kanun hükmü olmaksızın, “tüm ülke çapında Bakanlık tarafından yürütülmesi gerekli sosyal yardım kamu hizmetinin, taşrada sosyal yardımlaşma vakıfları aracılığıyla yürütüldüğü, vakıfların finansının Bakanlık tarafından gerçekleştirilip, işe alınacakların özlük işleri ile çalışma koşullarının belirlenmesinde Bakanlığın söz sahibi olduğu” varsayımı ile vakıflara kamu tüzel kişiliği verilip verilemeyeceğidir. Zira, Anayasa'nın 123. maddesiyle 5737 Sayılı Kanun'un 4. maddesi son derece açık olup aslolan bir vakfın kamu tüzel kişi olması değil, özel hukuk tüzel kişisi olmasıdır. Bir kural hangi norm ile konulmuş ise o kuralın istisnası da ancak o kural ile konulabilir. Yorum yoluyla istisna üretilemez (Gözler, s.45, 54). Somut olayda, vakıfların özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduklarına dair kanun hükmünün aksini öngören bir kanun hükmü bulunmadığı hâlde, Mahkeme tarafından yorum yolu ile istisna oluşturulması hukuka aykırıdır.
11. Bu noktada, 25.05.2018 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 7144 Sayılı Kanun'un 7. maddesiyle 3294 Sayılı Kanun'un 7. maddesinin son fıkrasına eklenen hükümden de söz etmek gerekmektedir. İlgili hükümde "Vakıflar, 18/10/2012 tarihli ve 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 34. maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce imzalanacak işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında işyerleridir.” düzenlemesine yer verilmiştir. Düzenlemeden de açıkça görüleceği gibi, yapılan değişiklik ile vakıfların kamu tüzel kişisi olduğu değil, "Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce imzalanacak işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında işyeri olduğu” esası benimsenmiştir. İlgili maddenin gerekçesinde, "Madde ile 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 34. maddesinin ikinci fıkrasında bahsi geçen kamu kurum ve kuruluşlarının aynı işkolundaki birden çok işyerlerinde toplu iş sözleşmesinin ancak işletme düzeyinde yapılması gerektiği hükmü uyarınca, Vakıfların, mevzuattaki ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu iş sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce veya yetkili kıldığı işveren sendikasınca imzalanan işletme toplu iş sözleşmesi kapsamındaki kamu işyerleri olduğu düzenlenmiştir." denilmiş ise de gerekçede vakıfların genel bir kural olarak kamu tüzel kişisi olduğu değil, “mevzuattaki ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu iş sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere” kamu işyeri olduğu belirtilmiştir. Kaldı ki gerekçede geçen bu ifade kanun metnine bilinçli olarak alınmamıştır. Söz konusu düzenlemenin amacı, tüm sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına kamu tüzel kişiliği atfetmek değil, Bakanlığın taraf olduğu toplu iş sözleşmelerinin yapılmasını kolaylaştırmaktadır. Zira, mülga 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu'nun ‘Toplu iş sözleşmesinin kapsamı ve düzeyi' başlığını taşıyan 3. maddesinde “... Ancak, kamu kurum ve kuruluşlarına ait müessese ve işyerleri ayrı tüzel kişiliğe sahip olsalar dahi, bu kurum ve kuruluşlar için tek bir işletme toplu iş sözleşmesi yapılır.” hükmü bulunmakta iken (md. 3, f.1,2), 6356 Sayılı Sendika ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nda bu hükme yer verilmemiş, onun yerine “Bir gerçek ve tüzel kişiye veya bir kamu kurum ve kuruluşuna ait aynı işkolunda birden çok işyerinin bulunduğu işyerlerinde, toplu iş sözleşmesi ancak işletme düzeyinde yapılabilir.” düzenlemesine yer verilmiştir (md.34). Toplu iş sözleşmesinin düzeyine ilişkin tarihsel gelişmeler ve kanun değişiklikleri dikkate alındığında, 3294 Sayılı Kanun'a eklenen hükmün vakıfların özel hukuk tüzel kişisi olduğu gerçeğini değiştirmediği, yapılan değişikliğin sadece toplu iş sözleşmesinin düzeyi ve bağıtlanması süreci ile ilgili olduğu kabul edilmelidir. Mahkemece, 7144 Sayılı Kanun gerekçesine atıf yapılarak vakıfların kamu işyeri olduğunun açıklığa kavuştuğu belirtilmiş ise de gerekçede açıkça vakıfların “mevzuattaki ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu iş sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere kamu işyeri” olduğu ifade edilmiştir. Gerekçede çizilen bu sınırlar gözden kaçırılarak Kanun'da ‘tüm sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının kamu tüzel kişisi olarak kabul edildiği' şeklinde, amacı aşan bir yorumla sonuca gidilmesi yerinde değildir. Yukarıda da ayrıntılı olarak açıklandığı gibi aslolan vakıfların özel hukuk tüzel kişi olmalarıdır. Aksinin kabulü için, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının kamu tüzel kişisi olduğunu açıkça düzenleyen bir kanun hükmü olmalıdır. Bu itibarla, 7144 Sayılı Kanun ile 3294 Sayılı Kanun'un 7. maddesinde yapılan değişikliğin sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının hukuki niteliğini değiştiren yeni ve farklı bir düzenleme olarak kabul edilmesi mümkün değildir.
12. Belirtmek gerekir ki Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 09.06.2017 tarihli ve 2016/3 Esas, 2017/4 Karar sayılı kararı ile "3294 Sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile kurulan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduğu, ayrı işyeri olan bağımsız işveren oldukları" belirlenmiştir. İçtihadı birleştirme kararları, 2797 Sayılı Yargıtay Kanunu'nun 45. maddesine göre bağlayıcıdır. Somut olayda, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının kamu tüzel kişisi olduğuna yönelik kanuni bir düzenleme, Anayasa Mahkemesi iptali kararı yahut aksi yönde içtihadı birleştirme kararı bulunmadığına göre,09.06.2017 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı'nın hâlen bağlayıcı olduğu kabul edilmelidir.
13. İzah edilen sebeplerle, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ayrı birer özel hukuk tüzel kişisi olan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının kamu tüzel kişisi olarak kabulüyle husumetin davalı olarak Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına yöneltilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir...." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesi'nin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının mali yapısı, gelir kaynakları ile Vakıf çalışanlarına ilişkin yasal düzenlemelere değinildikten sonra Vakıfların kamu işyeri mahiyetinde olduğu, bu nedenle Vakıf çalışanları ile ilgili açılan davalarda Bakanlığa husumet yöneltilmesinde hukuken engel bulunmadığı vurgulanmak suretiyle önceki hükümde direnilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davalı vekili, Vakıfların özel hukuk tüzel kişiliğine sahip, ayrı işyeri ve bağımsız işveren olduklarını, müvekkili Bakanlığın sadece toplu iş sözleşmesi yapma yetkisi bulunduğunu, davacının müvekkilinin işçisi olmadığını, işe alma ve işten çıkarma işlemlerinin Vakıflar tarafından yapıldığını, müvekkili Bakanlığın taraf sıfatı bulunmadığını belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının kamu tüzel kişisi mi yoksa Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ayrı bir özel hukuk tüzel kişisi mi olduğu; buradan varılacak sonuca göre eldeki davada husumetin Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğüne izafeten Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına yöneltilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının (Anayasa) 123. maddesi.
2. 3294 Sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu'nun 1 ilâ 8. maddeleri.
3. 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 101, 102 ve 111. maddeleri.
4. 5737 Sayılı Vakıflar Kanunu'nun 2 ve 33. maddeleri.
5. 7144 Sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 7. maddesi.
6. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 09.06.2017 tarihli ve 2016/3 Esas, 2017/4 Karar sayılı kararı.
2. Değerlendirme
1. Öncelikle konuyu açıklığa kavuşturmak için kamu kurumu kavramına değinmekte yarar bulunmaktadır.
2. Kamu kurumu, genel, katma ve özel bütçeli idareler ile il özel idaresi ve belediyeyi veya bu kurumlarca sermayesinin yarısından fazlası karşılanan ve bir kamu hizmeti sunan kurumları ifade etmektedir. Öte yandan 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 123. maddesinin üçüncü fıkrasında "Kamu tüzel kişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur." hükmü mevcut iken 21.01.2017 tarihli ve 6771 Sayılı Kanun'un 16. maddesiyle bu fıkrada yer alan "ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak" ibaresi "kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulur." şeklinde değiştirilmiştir.
3. Anayasanın açık hükmü karşısında madde değişikliği öncesi "kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak" değişiklik sonrası ise "kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle" kurulmayan bir tüzel kişi, kamu hizmeti yürütse ve bazı kamu gücü ayrıcalıklarından yararlansa bile kamu tüzel kişisi sayılmaz. Öte yandan bir tüzel kişinin kurucularının kamu görevlisi olması da onu kamu tüzel kişisi yapmaz. Kamu görevlileri de özel hukuk tüzel kişisi (vakıf, dernek....) kurabilirler (R. Çağlayan, "Hukukumuzda Kamu Tüzel Kişiliği Kavramı ve Kıstasları", Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, 2016, Sayı 7, s. 392).
4. Bu aşamada genel olarak vakıfların ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının yapısını, kuruluşunu ve işleyişini değerlendirmek gerekmektedir.
5. Genel anlamda vakıflar belli bir amaca özgülenen mal topluluğu olup kazanç amacı gütmeyen tüzel kişiliklerden biridir. 4721 Sayılı Kanun'un 101. maddesine göre vakıf, “gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal toplulukları” şeklinde tanımlanmıştır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere vakıf, yeterli mal veya hakların bir hizmete özgülenmesi için bir araya getirilmesidir. Yani açıkça mal topluluğudur.
6. Vakıfların nasıl kurulacağı 4721 Sayılı Kanun'un 102. maddesinde düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile vakıf kurma iradesi, resmî senetle veya ölüme bağlı tasarrufla açıklanır. Vakıf, yerleşim yeri mahkemesi nezdinde tutulan sicile tescil ile tüzel kişilik kazanır.
7. Vakıflarla ilgili düzenleme sadece 4721 Sayılı Kanun'da yer almamış, bu Kanun yanında ayrıca 5737 Sayılı Kanun' da da önemli düzenlemelere yer verilmiştir. 5737 Sayılı Kanun'un 2. maddesiyle bu Kanun'un, mazbut, mülhak ve yeni vakıflar, cemaat ve esnaf vakıfları ile Vakıflar Genel Müdürlüğünü kapsayacağı vurgulandıktan sonra “Tanımlar” başlıklı 3. maddesinde yeni vakfın, “Mülga 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi ile 4721 Sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre kurulan vakıfları” ifade ettiği belirtilmiştir. Yine 4. maddesinde vakıfların, özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduğu açıklanmıştır.
8. Bu düzenlemeler dikkate alındığında, öncelikle genel kuralın vakıfların özel hukuk tüzel kişisi olarak faaliyet göstermesi olduğu açıktır. Vakıfların, kamu tüzel kişisi olarak kabul edilebilmesi ise istisnai bir hâl olup bu istisnai durumun genel kuralın aksine, tereddüde yer vermeyecek açıklıkta düzenlenmesi şarttır.
9. Keza, “kendiliğinden istisna olmaz, istisna konulmalıdır”. Dolayısıyla bir arizî nitelik olarak istisnanın olabilmesi için, istisnanın öngörülmüş olması gerekir. Bir diğer ifade ile istisnanın ayrıca ve açıkça olduğu ispat edilemediği takdirde ya da istisnanın olup olmadığı tereddütlü ise istisnanın olmadığı varsayılır. Çünkü kaide asıl, istisna ise arizî bir niteliktir. İstisnanın olduğu ispatlanmamış ise, ilgili konuya kaide uygulanır (K. Gözler, ‘Yorum İlkeleri', Kamu Hukukçuları Platformu Anayasa Hukukunda Yorum ve Norm Somutlaşması, Tebliğ, 29-30 Eylül 2012, Ankara, Türkiye Barolar Birliği, s. 43).
10. Anayasanın 2. maddesindeki "Türkiye Cumhuriyeti.... sosyal bir hukuk devletidir." hükmünden dayanağını alan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları ile ilgili düzenlemelere 14.06.1986 tarihinde yürürlüğe giren 3294 Sayılı Kanun'da yer verilmiştir.
11. Nitekim 3294 Sayılı Kanun'un 16.06.1989 tarihli ve 3582 Sayılı Kanun ile değişik 1. maddesinde Kanun'un amacı, fakru zaruret içinde ve muhtaç durumda bulunan vatandaşlara yardım etmek, gelir dağılımında adaleti sağlayıcı tedbirler alarak sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik etmek olarak belirtilmiş, bu amaca uygun çalışma yapmak üzere de 01.12.2004 tarihli ve mülga 5263 Sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un (mülga 5263 Sayılı Kanun) 19. maddesiyle değişik 7. maddesinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları kurulacağı düzenlenmiştir. Aynı maddede, anılan vakıfların karar organı olan mütevelli heyetlerinin nasıl teşekkül edeceği ayrıntılı olarak ifade edilmiş, maddenin dördüncü fıkrasında da vakıf senetlerinin, mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanun'daki hükümlere göre tescil ettirileceği öngörülmüştür.
12. Diğer yandan 3294 Sayılı Kanun'da, bu Kanun gereğince oluşturulan vakıfların kamu tüzel kişisi olduklarına dair açık bir hüküm bulunmamaktadır. Şu hâlde kanun koyucunun Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına bilinçli olarak kamu tüzel kişiliği vermediği, Vakıfların Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulmasını, bu kapsamda Yeni Vakıf konumunda ve özel hukuk tüzel kişisi olarak özel hukuk hükümlerine göre faaliyet yürütmesini istediği açıktır.
13. Bu kapsamda 3294 Sayılı Kanun'un amacına uygun olarak hizmetlerin yerine getirilmesi için 3. maddesinde,“Bu Kanunda öngörülen hizmetlerin gerçekleştirilmesi için Başbakanlığa bağlı ve T.C. Merkez Bankası nezdinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu kurulmuştur.” şeklinde düzenleme ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu (Fon) kurulmuştur. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ilgili Anayasa'da yapılan değişikliklere uyum sağlanması amacıyla çıkarılan 700 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 104. maddesiyle “Başbakanlığa” ibaresi “Cumhurbaşkanınca görevlendirilen Cumhurbaşkanı yardımcısına veya bakana” şeklinde değiştirilmiştir. Sosyal politikaların yerine getirilmesinde büyük önem taşıyan Fonun kurulmasıyla birlikte sosyal yardımlar alanına önemli kaynak aktarılarak yoksul ve yardıma muhtaç kesimlerin desteklenmesi yönünde kalıcı çözümlerin tesis edilmesi amaçlanmıştır.
14. Bu şekilde sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları ile ilgili kanuni düzenlemelere gidilmesindeki amaç ise, genel kurallara göre kurulan özel hukuk tüzel kişilerin uyacağı kuralların bazılarından niteliği gereğince Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının ayrık tutulmak istenmesidir (A. Ş. Gözübüyük, Turgut Tan, İdare Hukuku, Genel Esaslar, C.I., Ankara, Güncelleştirilmiş Onbirinci Baskı, 2016, s.164).
15. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, uzun bir süre Başbakanlığa bağlı olarak idare edildikten sonra mülga 5263 Sayılı Kanun ile ihdas edilen “Fon Kurulu” tarafından yönetilmesi uygun bulunmuştur. Yine aynı Kanun ile Fonun idari işlerini yürütmek üzere Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü kurularak Fon İdaresi kurumsal bir yapıya kavuşturulmuştur.
16. Bugün yürürlükte bulunmayan mülga 5263 Sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrasında Fon Kurulunun, Başbakanın görevlendireceği Bakanın başkanlığında Başbakanlık Müsteşarı, İçişleri ve Sağlık Bakanlıklarının müsteşarları ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürü ve Vakıflar Genel Müdüründen oluşacağı, ikinci fıkrasında da Fon Kurulunun sekretarya hizmetlerinin Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğünce yerine getirileceği hüküm altına alınmıştır.
17. Ancak 08.06.2011 tarihinde yürürlüğe giren 633 Sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (633 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname) 35. maddesiyle 5263 Sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmış, Bakanlık Merkez Teşkilatı Kanun Hükmünde Kararname'nin ekli (I) sayılı cetvelinde gösterilmiştir. Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü, Bakanlık bünyesinde teşkil edilerek görevleri aynı Kanun Hükmünde Kararname'nin 11. maddesinin (b) bendinde, “3294 Sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununun amaçlarını gerçekleştirmek ve uygulanmasını sağlamak için gerekli idarî ve malî tedbirleri almak”, yine (ç) bendinde, “3294 Sayılı Kanun hükümlerine göre kurulan vakıfların harcamalarını, iş ve işlemlerini araştırmak, incelemek, izlemek ve denetlemek, görülen aksaklıklarla ilgili gerekli tedbirleri almak, vakıfların çalışma usûl ve esasları ile sosyal yardım programlarının ölçütlerini belirlemek” olarak belirtilmiştir.
18. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu Kurulu ise 633 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 34. maddesinde yeniden düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında Kurulun “Bakanın başkanlığında Başbakanlık Müsteşarı, Müsteşar, İçişleri, Maliye ve Sağlık bakanlıklarının müsteşarları ile Sosyal Yardımlar Genel Müdürü ve Vakıflar Genel Müdürü”nden oluşacağı belirtilmiş ve ikinci fıkrasında da Kurulun toplanma zamanı düzenlendikten sonra aynı fıkranın son cümlesinde Kurulun sekreterya hizmetlerinin Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirileceği hükme bağlanmıştır.
19. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevlerine İlişkin Yönerge hazırlanarak Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü bünyesindeki teşkilatlanmalara ilişkin görevlendirmeler ve hizmet alanları düzenlenmiştir. Yönerge'nin 13. maddesinde de Vakıfların personel norm kadroları ile Vakıf personelinin çalışma ve esaslarını ve yine Fon Kurulu kararları doğrultusunda Vakıf personelinin görev, yetki ve sorumluluklarını belirleme görevi Vakıf Hizmetleri Daire Başkanlığına verilmiştir.
20. Ancak 633 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname'deki ilgili düzenleme diğer hükümlerle birlikte 02.07.2018 tarihli ve 703 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yürürlükten kaldırılmış, 633 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin adı “Sosyal Hizmetler Alanında Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” olarak, yürürlükte bırakılan 33. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Bakanlık” ibaresi “Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı” olarak değiştirilmiştir. Öte yandan 10.07.2018 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında 1 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin Altıncı Kısmının İkinci Bölümünde Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığının teşkilat ve görevleri yeniden düzenlenmiş, Bakanlık birimleri arasında Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğüne de yer verilmiş, Fon Kurulu ise teşkilat yapısı içinde sayılmamıştır. Bu itibarla 09.07.2018 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminde hâli hazırda bir Fon Kurulu bulunmamaktadır. Fon Kurulunun görevlerinin ise 02.08.2018 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 2018/3 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi (Genelge) ile Cumhurbaşkanı, Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı ile Cumhurbaşkanlığı Sosyal Politikalar Kurulu arasında ayrıştırılarak yerine getirilmesi öngörülmüştür.
21. Öte yandan 21.04.2021 Resmî Gazete'de yayımlanan 73 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile ... kurularak Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığının adı “...” olarak değiştirilmiş ve 1 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin Bakanlıkla ilgili bazı hükümlerinde de değişiklikler yapılmış ancak Bakanlığın hizmet birimleri arasında Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğüne yine yer verilmiştir. Bu itibarla 2018 yılında kurulan Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı bünyesinde hizmet vermekte olan Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü ve bu Genel Müdürlüğün alt birimi olan Vakıf Hizmetleri Daire Başkanlığı aynı isim ve görevleriyle ... teşkilat yapısı kapsamında da görev yapmayı sürdürmektedir.
22. Sonuç olarak 3294 Sayılı Kanun'un ayrı ayrı maddelerinde düzenlemelere yer verilen Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının ayrı hukuki varlığa sahip olduğunu söylemek gerekmektedir.
23. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarında idari yapı ise Vakıf Başkanı ve Vakıf Mütevelli Heyeti olmak üzere ikili bir yapıya sahiptir. 3294 Sayılı Kanun'un 7. maddesinde mülki idare amirinin Vakfın tabii başkanı olduğu belirtilerek mütevelli heyetinin nasıl oluşacağı ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Mütevelli heyet başkanının ilçelerde kaymakam, illerde vali olacağı, mütevelli heyetinin bir kısmının atanmışlardan bir kısmının ise seçilenlerden oluşacağı hüküm altına alınmıştır. Düzenlemeye göre, illerde valilerin başkanlığındaki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının mütevelli heyeti, belediye başkanı, defterdar, il milli eğitim müdürü, il sağlık müdürü, il tarım müdürü, il sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu müdürü, il müftüsünden oluşmaktadır. Ayrıca her faaliyet dönemi için il dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının valinin çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla kendi aralarından seçecekleri birer muhtar üye ile ilde kurulan ve 3294 Sayılı Kanun'da belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri iki temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi de mütevelli heyetinde görev almakta olup ilçelerde de kaymakam başkanlığında aynı şekilde teşekkül etmiştir. Görülmektedir ki, mütevelli heyetinin üyelerinden bir kısmı seçilmiş vatandaş ile sivil toplum kuruluşu temsilcilerinden oluşmaktadır. Bu durumda oy çokluğuyla karar alan mütevelli heyetinin üyelerinin bir kısmının seçilerek gelen kişiler olduğu dikkate alındığında bu Vakıfların kamu kurumu olarak kabul edilmesi mümkün değildir.
24. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının malî yapısına da kısaca değinilecek olursa, 3294 Sayılı Kanun'un 8. maddesinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının gelirlerinin, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan aktarılacak miktardan, işletme ve iştiraklerden elde edilecek gelirlerden ve diğer gelirlerden teşekkül edeceği hüküm altına alınmıştır. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları Resmî Senedinin 5. maddesinde ise “Vakfın Gelir Kaynaklarının, 3294 Sayılı Sosyal Yardımlaşmayı ve Dayanışmayı Teşvik Kanunun 8. maddesinde sayılan gelirler ile nakdî ve aynî, menkul ve gayrimenkul olmak üzere iktisadi değeri olan halk teberruları” olduğu hükme bağlanmıştır.
25. Bu itibarla Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ayrı bir tüzel kişiliğe sahip olan Vakıfların gelirlerinin, sadece Fondan aktarılan paydan ibaret olmadığı, Vakfın gelirleri arasında halk tarafından yapılan ve iktisadi değeri olan bağışlar ile işletme ve iştiraklerden elde edilecek gelirlerin de bulunduğu görülmektedir.
26. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı çalışanlarına ilişkin kanuni düzenlemelere gelince; Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevlerine ilişkin Yönerge'nin 13. maddesinde Genel Müdürlüğe bağlı Vakıf Hizmetleri Daire Başkanlığının görevlerine yer verilmiştir. Buna göre;
“a)Vakıfların personel norm kadroları ile vakıf personelinin çalışma usul ve esaslarını belirlemeye yönelik çalışmalar yürütmek,
b-)Fon Kurulu ilke kararları doğrultusunda vakıf personelinin görev, yetki ve sorumluluklarını belirlemek,
c-)Vakıf personelinin eğitimine yönelik programlar hazırlamak,
ç)Vakıf mütevelli heyetinde yer alan üyelerin seçilme ve üyeliklerinin sona ermesine ilişkin usul ve esasların belirlenmesine yönelik çalışmalar yapmak,
d-)Vakıf mütevelli heyetinin toplantı, karar, çalışma ile karar defteri usul ve esaslarının belirlenmesine yönelik çalışmalar yapmak,
e-)Vakıf denetim raporlarının takibini yapmak ve denetim raporları doğrultusunda gerekli düzeltici işlemleri yürütmek,
f-)Genel Müdürlüğe iletilen vakfa ilişkin ihbarların değerlendirme ve inceleme işlemlerini yaparak soruşturma işlemlerinin yürütülmesini sağlamak,
g-)Vakıf senetlerine ilişkin görüş yazılarını incelemek ve senetlerde uygulama birliğini sağlayıcı tedbirleri almak,
ğ)Diğer dairelerin görev alanına giren yatırım talepleri hariç olmak üzere, vakıfların yatırım planlarına (menkul, gayrimenkul ve demirbaş) ve hizmet mekânlarının iyileştirilmesine (vakıf modernizasyonuna) yönelik kaynak taleplerini değerlendirmek ve Fon Kurulunun onayına sunmak,
h-)Fon Kurulu kararlarına uygun olarak kaynak aktarım talimatlarını düzenlemek ve kararları vakıflara bildirmek,
ı) Bakanlık Hukuk Müşavirliğinin görüşüne ihtiyaç duyulmayan hallerde vakıfların hukuki görüş taleplerini değerlendirmek ve sonuçlandırmak,
i-)Vakıfların ve diğer kamu kurumlarının görüş taleplerini içeren, dairenin görev alanına giren hususlara ilişkin yazıları cevaplamak,
j-)Diğer daire başkanlıklarının görev alanına girmeyen konularda vakıfların görüş talep yazılarına cevap vermek.” olarak sıralanmıştır.
27. Diğer taraftan mülga 5263 Sayılı Kanun ile 633 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine göre Fon Kurulunun görevleri arasında vakıflarda çalıştırılacak personelin nitelikleri ile özlük hakları ve diğer hususlarla ilgili belirlenecek kriterleri görüşmek ve karara bağlamak olduğu da belirtilmiştir. Ancak Fon Kurulunun görevleri 2018/3 No.lu Cumhurbaşkanlığı Genelgesi ile düzenlendiğinde “Fonda toplanan kaynakların, Bakanlıkça ve il ve ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları tarafından yürütülecek sosyal yardım proje ve programları ile yatırım programları çerçevesinde dağıtım önceliklerini belirlemek ve dağıtımına karar vermek” ve “İl ve ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarında çalıştırılacak personelin nitelikleri ile özlük hakları ve diğer hususlarla ilgili belirlenecek kriterleri görüşmek ve karara bağlamak” görevi Fon Kurulundan alınarak Cumhurbaşkanına; “İI ve ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları ile diğer kurum ve kuruluşlardan gelen sosyal yardım amaçlı talep ve teklifleri değerlendirmek” görevi ise Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığına ve 21.04.2021 tarihinde ise 73 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Bakanlığın adının değişmesi sebebiyle Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına verilmiştir.
28. Fon Kuruluna, yetki devrinden önce verilen bu görev nedeniyle 02.08.2006 tarihli ve 2006/4 Sayılı karar ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları Personelinin Norm Kadro Standartları, Nitelikleri, Özlük Hakları ve Çalışma Şartlarına İlişkin Esaslar (Esaslar) düzenlenmiştir. Bu Esaslar Fon Kurulunca 16.02.2012 tarihli ve 2012/l sayılı kararı ile uygun bulunarak 16.04.2012 tarihinde yürürlüğe giren Esaslar ile yürürlükten kaldırılmış, 2012 yürürlük tarihli Esaslar'da da 11.12.2014 tarihli ve 2014/7 Sayılı karar ile önemli değişiklikler yapılmıştır.
29. Fon Kurulunun söz konusu kararları ile özellikle 2014/7 Sayılı karar ile şekillenmiş olan bu Esaslar'a değinilmesi gerekmektedir. Öncelikle bu Esaslar'ın, 633 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 11. maddesinin (ç) fıkrası ile 34. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi uyarınca hazırlandığı belirtilmelidir.
30. Sözü edilen Esaslar'ın 3. maddesinde tanımlar yapılmış iken 4. maddesinde Vakıf personelinin unvan, nitelik, kıdem ve ücret skalası cetveli, norm kadro standardı cetveli, belirli ve belirsiz süreli iş sözleşmesi örnekleri, aşevi, yurt iktisadi işletme gibi hizmetler için belirli süreli iş sözleşmesi, personel kimlik kartı örneği, kıdem tazminatı hesaplama cetveli, personel işe giriş ve işten çıkış bilgi formları ile personel iş tanımları düzenlenerek Esaslar'ın ekinde yer almıştır.
31. Bu Esaslar ile Fon Kurulu, Türkiye'de bulunan tüm Vakıflar yönünden geçerli temel ilkeleri belirlemiştir. Özellikle yukarıda belirtildiği üzere Vakfın gelirlerinin bir kısmının Fondan aktarılan kamu kaynakları ile sağlandığı dikkate alındığında bu kaynakların verimli şekilde kullanımının sağlanması, amaca aykırı kullanımın önüne geçilmesi de Fon Kurulunun görevleri arasında olduğundan Esaslar'da bu temel üzerine hazırlanmıştır. Başka bir anlatımla Fon kaynaklarının etkin ve rasyonel kullanımı amaçlanmaktadır. Ancak sonuç itibarıyla 3294 Sayılı Kanun'un 7. maddesine göre Vakıfların karar organı mütevelli heyeti olduğundan il ve ilçelerdeki tüm yardım programları, bu mütevelli heyetinin kararları ile yürürlüğe girmektedir. Ayrıca mütevelli heyetinin görevleri arasında vakıf personelinin ihtiyacı ve kadrosunu tespit ve tayin ederek bunlara ödenecek ücretleri belirlemek ve gerektiğinde görevlerine son vermek de yer almakta olup Vakfın karar organı olan mütevelli heyeti personele ilişkin görevlerini 4857 Sayılı İş Kanunu ve Esaslar'da belirlenen ilke ve kurallar doğrultusunda yerine getirmektedir.
32. Bu kapsamda her ne kadar Fon Kurulunca Vakıf personelinin nitelikleri ile özlük hakları ve çalışma şartlarına ilişkin genel ilkeler belirlenmişse de Esaslar incelendiğinde istihdamına karar verilecek personelin seçimi, bu personel ile iş sözleşmesi imzalanması, alacağı ücretin belirlenmesi, yıllık izin ve diğer özlük hakları ile iş sözleşmesinin sona ermesi mütevelli heyeti tarafından gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla işçi alma ve işten çıkarma yetkisinin münhasıran Vakıflarda olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca personel ile imzalanan iş sözleşmesi de Vakıf ile imzalanmakta ve buna göre de sözleşmenin tarafı bağımsız tüzel kişiliği olan Vakıf olmaktadır. İşçinin ücreti iş sözleşmesinin tarafı olan Vakıflar tarafından ödendiği gibi işçi üzerinde yönetim hakkı da yine Vakıf tarafından kullanılmaktadır. Hâl böyle olunca Vakıf personelinin yönetim yetkisi yani en üst düzeyde emir ve talimat yetkisi Vakfa ve dolayısıyla mütevelli heyetine ait olmaktadır.
33. Yine her ne kadar 2018/3 numaralı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi ile Vakıf çalışanlarına yönelik görevler Cumhurbaşkanına devredilmiş ve Sosyal Yardımlaşma Genel Müdürlüğünün görevleri arasında Vakıf personeline dair görevler sayılmamış ise de uygulamada “Sosyal Yardımlaşma Genel Müdürlüğünün” yetkisi Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının işveren sıfatı kazanması için yeterli değildir. Kaldı ki, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları 4721 Sayılı Kanun'un 111. ve 5737 Sayılı Kanun'un 33. maddeleri gereği Vakıflar Genel Müdürlüğünün denetimine tabidir. Ayrıca Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının Resmî Senedinde de bu Vakıfların "Türk Medeni Kanunu Hükümlerine Göre Kurulan Vakıflar Hakkında Tüzük hükümlerine göre Vakıflar Genel Müdürlüğünün teftiş ve denetimine tabi" olduğu hüküm altına alınmıştır.
34. Öte yandan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 09.06.2017 tarihli 2016/3 Esas, 2017/4 Karar sayılı kararı ile "3294 Sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile kurulan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduğu, ayrı işyeri olan bağımsız işveren oldukları" belirlenmiştir. İçtihadı birleştirme kararları, 2797 Sayılı Yargıtay Kanunu'nun 45. maddesine göre bağlayıcıdır. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının kamu tüzel kişisi olduğuna yönelik kanuni bir düzenleme, Anayasa Mahkemesi iptali kararı yahut aksi yönde içtihadı birleştirme kararı bulunmadığına göre 09.06.2017 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararının hâlen bağlacı olduğu kabul edilmelidir.
35. Anılan İçtihadı Birleştirme kararından sonra 25.05.2018 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 7144 Sayılı Kanun'un 7. maddesiyle 3294 Sayılı Kanun'un 7. maddesine son fıkra olarak eklenen hükümden de söz etmek gerekmektedir. İlgili fıkra da "Vakıflar, 18/10/2012 tarihli ve 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 34. maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce imzalanacak işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında işyerleridir.” düzenlemesine yer verilmiştir. Düzenlemeden de açıkça görüleceği gibi yapılan değişiklik ile Vakıfların kamu tüzel kişisi olduğu değil "Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce imzalanacak işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında işyeri olduğu" kuralı belirlenmiştir.
36. Nitekim 7144 Sayılı Kanun'un 7. maddesinin gerekçesinde, "Madde ile 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 34. maddesinin ikinci fıkrasında bahsi geçen kamu kurum ve kuruluşlarının aynı işkolundaki birden çok işyerlerinde toplu iş sözleşmesinin ancak işletme düzeyinde yapılması gerektiği hükmü uyarınca, Vakıfların, mevzuattaki ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu iş sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce veya yetkili kıldığı işveren sendikasınca imzalanan işletme toplu iş sözleşmesi kapsamındaki kamu işyerleri olduğu düzenlenmiştir." denilmiş ise de gerekçede Vakıfların genel bir kural olarak kamu tüzel kişisi olduğu değil "mevzuattaki ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu iş sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere" kamu işyeri olduğu belirtilmiştir. Söz konusu düzenlemenin amacı, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına kamu tüzel kişiliği atfetmek değil Bakanlığın taraf olduğu toplu iş sözleşmelerinin yapılmasını kolaylaştırmaktır. Zira mülga 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu'nun ‘Toplu iş sözleşmesinin kapsamı ve düzeyi' başlığını taşıyan 3. maddesinde “... Ancak, kamu kurum ve kuruluşlarına ait müessese ve işyerleri ayrı tüzel kişiliğe sahip olsalar dahi, bu kurum ve kuruluşlar için tek bir işletme toplu iş sözleşmesi yapılır.” hükmü bulunmakta iken (md. 3/1-2), 6356 Sayılı Sendika ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nda bu hükme yer verilmemiş, onun yerine 34. maddesinde “Bir gerçek ve tüzel kişiye veya bir kamu kurum ve kuruluşuna ait aynı işkolunda birden çok işyerinin bulunduğu işyerlerinde, toplu iş sözleşmesi ancak işletme düzeyinde yapılabilir.” yönünde düzenleme yapılmıştır.
37. Bu durumda toplu iş sözleşmesinin düzeyine ilişkin tarihsel gelişmeler ve kanun değişiklikleri dikkate alındığında, 3294 Sayılı Kanun'a eklenen hükmün Vakıfların özel hukuk tüzel kişisi olduğu gerçeğini değiştirmediği, yapılan değişikliğin sadece toplu iş sözleşmesinin düzeyi ve bağıtlanması süreci ile ilgili olduğu kabul edilmelidir.
38. Sonuç olarak Vakfın gelir kaynakları arasında Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonundan aktarılan miktarların yer alması, Vakıf yönetiminin kararlarında Bakanlığın ilke kararlarını göz önünde bulundurması ve Vakıfların Bakanlığın denetimine bağlı olması Kanun'un açık hükmü karşısında Vakıfların tüzel kişiliğini ortadan kaldırmaz. Öte yandan Vakıfların, Aile ve Sosyal Yardımlaşma [Sosyal Politikalar] Bakanlığının taşra teşkilatı gibi faaliyette bulunduğunu da söylemek mümkün değildir. Zira, Bakanlığın teşkilat şeması içerisinde Vakıflar yer almamaktadır. Tüzel kişilerin faaliyetlerinin bir başka kamu kurumu tarafından denetlenmesi veya faaliyetinde dikkate alacağı esasların önceden belirlenmiş olması, tüzel kişiliğin yok sayılmasını gerektirmez (Haluk Hadi S., "Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının İşveren Niteliği", İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt 74-Prof. Dr. F. Şahlanan'a Armağan Sayısı, 2016, s.685-686).
39. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bir kararında Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşu olmadığı gibi bakanlıklar ile arasında hiyerarşik bir ilişki bulunmayıp merkezi idare teşkilatı içerisinde de yer almadığını belirtmiştir (Anayasa Mahkemesi'nin 03.04.2012 tarihli ve 2011/142 Esas, 2013/52 Karar sayılı kararı).
40. Netice olarak Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları, bir tüzel kişi olmanın ötesinde bir özel hukuk tüzel kişisidir. Anayasa ile Vakıflara ilişkin kanun hükümleri karşısında bu sonuca ulaşmak kaçınılmaz olduğu gibi Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarını düzenleyen 3294 Sayılı Kanun hükümleri de özellikle Vakfın gelirleri, yapısı, karar alma mekanizması bakımından 4721 Sayılı Kanun gereği kurulan vakıflardan farklı bir sonuç öngörmemektedir.
41. Bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler karşısında, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının özel hukuk tüzel kişisi olduğu, kuruluş amacı ve mali yapısı itibarıyla kamu kurumlarından farklı nitelik arzettiği açıktır.
42. Somut olayda davacı vekilinin müvekkilinin 01.10.2012 tarihinde Sinop Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında çalışmaya başladığını, 12.05.2020 tarihinden itibaren ise nakil yoluyla gittiği Gerze Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında çalışmaya devam ettiğini, bu iki Vakfın davalı Bakanlık bünyesindeki Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğüne bağlı kamu işyerleri olduğunu, bu nedenle aynı işverene bağlı bir işyerinden başka bir işyerine naklen geçiş yapan müvekkilinin iş ilişkisinin devam ettiğini ve bu iki Vakıfta geçen hizmet sürelerinin birleştirilmesi gerektiğini ileri sürerek kıdem süresi ile yıllık izin sürelerinin tespiti istemiyle açtığı davada husumeti Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğüne izafeten davalı Bakanlığa yöneltmiş ve davalı taraf olarak Bakanlığı göstermiştir. İlk Derece Mahkemesince Vakıfların kamu işyerleri olduğu kabul edilerek işin esasına girilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmiş, Bölge Adliye Mahkemesince de davalı Bakanlık vekilinin istinaf başvurusu esastan reddedilmiştir. Ancak yukarıda yapılan açıklamalardan ve mevzuat hükümlerinden anlaşılacağı üzere Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ayrı birer özel hukuk tüzel kişisi olup bu nedenle husumetin davalı ... Bakanlığına yöneltilmesi hatalıdır.
43. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının 3294 Sayılı Kanun'a istinaden kurulduğu, Vakfı kuranın Devletin kendisi olduğu, Vakıfların kamu kurumu niteliğinin 3294 Sayılı Kanun'un 7. maddesine eklenen fıkra ile de açıklığa kavuştuğundan direnme kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
44. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
45. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
46. Diğer taraftan karar başlığında davalı Bakanlığın adı "..." yerine "..." olarak yazılmış ise de bu yanlışlık maddi hata olarak kabul edilmiş ve işin esasına etkili görülmeyerek bozma nedeni yapılmamış, işaret etmekle yetinilmiştir.
SONUÇ : Açıklanan sebeple;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 Sayılı Kanun'un 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Dosyanın 6100 Sayılı Kanun'un 373. maddesinin birinci fıkrası uyarınca kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
03.07.2024 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
''K A R Ş I O Y''
Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğüne izafeten ... aleyhine açılan davada davalı Bakanlığa husumet yöneltilip yöneltilemeyeceğini belirleyebilmek için öncelikle sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının tabi olduğu Kanun hükümlerine göre yapısını kuruluşunu ve işleyişinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları (SYDV), 14.06.1986 tarihinde yürürlüğe giren 3294 Sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile kurulmuştur.
Kanun'un 1. maddesinde, kanunun amacı, yoksul ve muhtaç durumda bulunan vatandaşlara yardım etmek, gelir dağılımında adaleti sağlayıcı tedbirler alarak sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik etmek olarak belirtilmiş, bu amaca uygun çalışma yapmak üzere de Kanun'un 7. maddesinde sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulacağı düzenlenmiştir. Aynı maddede, anılan vakıfların karar organı olan mütevelli heyetlerinin nasıl teşekkül edeceği ayrıntılı olarak ifade edilmiş, maddenin son fıkrasında da, vakıf senetlerinin, mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanun'daki hükümlere göre tescil ettirileceği öngörülmüştür.
Yine aynı Kanun'un 3. maddesinde ise öngörülen hizmetlerin gerçekleştirilmesi için Başbakanlığa bağlı ve T.C. Merkez Bankası nezdinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu kurulduğu belirtilmiştir. Sosyal politikaların yerine getirilmesinde büyük önem taşıyan Fon'un kurulmasıyla birlikte sosyal yardımlar alanına önemli kaynak aktarılarak yoksul ve yardıma muhtaç kesimlerin desteklenmesi yönünde kalıcı çözümler tesis etmek amaçlanmıştır.
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, uzun bir süre Başbakanlığa bağlı şekilde idare edildikten sonra, 09.12.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5263 Sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile ihdas edilen “Fon Kurulu” tarafından yönetilmesi hususu yasalaşmıştır.
Bugün yürürlükte bulunmayan 5263 Sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrasına göre Fon Kurulu'nun, Başbakanın görevlendireceği Bakanın başkanlığında Başbakanlık Müsteşarı, İçişleri ve Sağlık Bakanlıklarının müsteşarları ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürü ve Vakıflar Genel Müdüründen oluşacağı, ikinci fıkrasında da Kurulun sekretarya hizmetlerinin Vakıflar Genel Müdürlüğünce yerine getirileceği düzenlenmiştir.
Ardından, 08.06.2011 tarihinde yürürlüğe giren 633 Sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile 5263 Sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmış, bakanlık merkez teşkilatı KHK'nın ekli (I) sayılı cetvelinde gösterilmiş, bunların arasında sayılan Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü, Bakanlık bünyesinde teşkil edilerek görevleri arasında aynı KHK'nın 11. maddesinin (b) bendinde, “3294 Sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununun amaçlarını gerçekleştirmek ve uygulanmasını sağlamak için gerekli idarî ve malî tedbirleri almak”, yine (d) bendinde, “3294 Sayılı Kanun hükümlerine göre kurulan vakıfların harcamalarını, iş ve işlemlerini araştırmak, incelemek, izlemek ve denetlemek, görülen aksaklıklarla ilgili gerekli tedbirleri almak, vakıfların çalışma usûl ve esasları ile sosyal yardım programlarının ölçütlerini belirlemek” olarak belirtilmiştir.
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu Kurulu ise 633 Sayılı KHK'nın 34. maddesinde yeniden düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında Kurulun “Bakanın başkanlığında Başbakanlık Müsteşarı, Müsteşar, İçişleri, Maliye ve Sağlık Bakanlıklarının Müsteşarları ile Sosyal Yardımlar Genel Müdürü ve Vakıflar Genel Müdürü” nden oluşacağı belirtilmiş ve ikinci fıkrasında da Kurulun toplanma zamanları düzenlendikten sonra aynı fıkranın son cümlesinde Kurulun sekreterya hizmetlerinin Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirileceği belirtilmiştir.
SYD Vakıflarında idari yapı Vakıf Başkanı ve Vakıf Mütevelli Heyeti olmak üzere ikili bir yapıya sahiptir. 3294 Sayılı Kanun gereğince mülki idari amirleri vakfın tabiî başkanıdır. Valilerin Başkanlığındaki SYD Vakıfları'nın Mütevelli Heyeti, illerde Belediye Başkanı, Defterdar, İl Milli Eğitim Müdürü, İl Sağlık Müdürü, İl Tarım Müdürü, İl Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Müdürü, İl Müftüsü, biri köy biri mahalle muhtarı olmak üzere 2 muhtar üye, 3294 Sayılı Kanun'da belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan iki sivil toplum kuruluşu temsilcisi ve iki hayırsever vatandaştan oluşmakta olup, ilçelerde de aynı şekilde teşekkül etmiştir.
Mevcut durumda her il ve ilçede kurulmuş bulunan illerde vali, ilçelerde kaymakam başkanlığında oluşturulan 973 adet Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı bulunmaktadır.
3294 Sayılı Kanun'un 1. maddesinde belirtilen amaçların gerçekleştirilmesinin aracı olarak neden “vakıf kurumu”nun öngörüldüğü, Başbakanlığın 17/07/1986 tarih ve 11 numaralı Genelgesinde şu şekilde ifade edilmiştir: “Türk halkı ve idaresi tarih boyunca sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın en güzel örneklerini vermiştir. Milli, sosyal ve kültürel değerlerimizin korunup yaşatılmasında vakıf müessesesinin çok önemli bir rolü ve mevkii vardır. Bu bakımdan, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu'nun uygulamasında ana görev, il ve ilçelerde kurulacak vakıflara verilmiştir.”
Bilindiği gibi, vakıflar belli bir amaca özgülenen mal topluluğu olup, kazanç amacı gütmeyen tüzel kişiliklerden biridir. Türk Medeni Kanunu'nun 101. maddesine göre vakıf, “gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal toplulukları” şeklinde tanımlanmıştır. Vakıfların nasıl kurulacağı ise TMK'nın 102. maddesinde düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile vakıf kurma iradesi, resmî senetle veya ölüme bağlı tasarrufla açıklanır. Vakıf, yerleşim yeri mahkemesi nezdinde tutulan sicile tescil ile tüzel kişilik kazanacaktır.
Vakıflarla ilgili düzenleme sadece Türk Medeni Kanunu'nda yer almamış, bu Kanun yanında ayrıca 5737 Sayılı Vakıflar Kanunu'nda da önemli düzenlemelere yer verilmiştir. 5737 Sayılı Kanun'un 2. maddesiyle bu Kanun'un, mazbut, mülhak ve yeni vakıflar, cemaat ve esnaf vakıfları ile Vakıflar Genel Müdürlüğünü kapsayacağı belirtildikten sonra “Tanımlar” başlıklı 3. maddesinde yeni vakfın, “Mülga 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi ile 4721 Sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre kurulan vakıfları” ifade ettiği belirtilmiştir. Yine 4. maddesinde vakıfların, özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduğu açıklanmıştır.
Burada, Medeni Kanun'a göre tüzel kişilik kazanan vakıflar ile kanunla kurulan SYD vakıflarının farklılıklarına da değinmek gerekir. Az yukarıda kuruluş aşamasına ilişkin yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere SYD vakıfları, kuruluşunda olduğu kadar gelirler, ayrıcalıklar, çalışan personelin tâbi olduğu esaslar vs. yönlerden kendine özgü nitelikler taşımaktadır.
Diğer vakıfların kuruluşu Medeni Kanun'a göre resmî senetle veya vasiyet yolu ile gerçekleşmesine rağmen Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları özel bir Yasa'yla yani 3294 Sayılı Kanun ile kurulmuştur. Özel bir kanunla kurulduğu gibi yönetimin de bu kanunla belirlendiği SYD Vakıflarında, vakıf kuran yani vakfeden kuruluş bizatihi Devletin kendisidir. Vakfın gelirleri 3294 Sayılı Kanun'un Ek-1. maddesi gereğince kamu alacağı mahiyetinde kabul edilmiştir. Diğer vakıfların amacı, malları, organlarının asliye hukuk mahkemesi kararı ile değiştirilmesi mümkün olduğu hâlde, SYD vakıflarında bu değişiklikler yasayla yapılmaktadır. Vakıflar amaçlarına uygun bir mal varlığı ile kurulurken SYD Vakıfları sembolik bir mal varlığı ile kurulup giderleri kamu bütçesinden sürekli karşılanmaktadır. Yine yasayla belirlenen yöneticiler için SYD Vakıflarında huzur hakkı ücreti belirlenmiştir.
Diğer taraftan SYD Vakıfları denetim yönünden de özellik arz etmektedir. Şöyle ki;
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının yapısını inceleyen Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü iç denetim raporu ile açıkça, bu vakıfların kamu kurumu şeklinde örgütlendiği, denetiminin hesap yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, idari yönden İçişleri ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlıklarınca gerçekleştirildiği, Vakıfların harcamalarının iş ve işlemlerini araştırma, inceleme, izleme ve denetleme görev ve yetkisinin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından yapıldığı belirtilmiştir.
SYD Vakıflarının mali yapısına da kısaca değinilecek olursa;
3294 Sayılı Kanun'un 8. maddesinde, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının gelirlerinin, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu'ndan aktarılacak miktardan, işletme ve iştiraklerden elde edilecek gelirlerden ve diğer gelirlerden teşekkül edeceği hüküm altına alınmıştır. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları Resmî Senedi'nin 5. maddesinde ise “Vakfın Gelir Kaynaklarının, 3294 Sayılı Sosyal Yardımlaşmayı ve Dayanışmayı Teşvik Kanunun 8. maddesinde sayılan gelirler ile nakdi ve ayni, menkul ve gayrimenkul olmak üzere iktisadi değeri olan halk teberruları” olduğu hükme bağlanmıştır.
Vakıfların en önemli, düzenli ve temel gelir kaynağını ise Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu'ndan aktarılan pay oluşturmaktadır. Fon gelirlerine ise 3294 Sayılı Kanunu'nun 4. maddesinde yer verilmiştir. Buna göre de Fon'un gelirleri; Kanun ve kararnamelerle kurulu bulunan ve kurulacak olan fonlardan Bakanlar Kurulu kararıyla %10'a kadar aktarılacak miktardan, bütçeye konulacak ödeneklerden, trafik para cezası hasılatının yarısından, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu reklam gelirleri hasılatından aktarılacak %15'lik miktardan, her nevi bağış ve yardımlardan, diğer gelirlerden teşekkül etmektedir.
Fon'da toplanan bu kaynaklar ise, Fon Kurulu tarafından alınan kararlar doğrultusunda, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü eliyle Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına aktarılmakta ve yardımlar Vakıflar tarafından vatandaşlara ulaştırılmaktadır.
SYD Vakıflarının gelirleri arasında bağışlardan bahsedilmiş ise de, fiiliyatta sayılan bu yardımların payının yok denecek kadar az olduğu bilinen bir gerçektir. Gelirlerinin neredeyse tamamı kamu gelirlerinden (SYD Teşvik Fonundan) sağlanmaktadır.
Diğer taraftan SYD Vakıflarının vergi muafiyetlerine sahip olduğu 3294 Sayılı Kanun'un 9. maddesinde, gelirlerinin kamu alacağı niteliğinde olduğuna aynı Kanun'un Ek 1. maddesinde, kamu hizmeti faaliyeti yaptığına ise Ek 3. maddesinde açıkça yer verilmiştir.
SYD Vakfı çalışanlarına ilişkin yasal düzenlemelere gelince;
Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevlerine ilişkin Yönergenin 13. maddesinde Genel Müdürlüğe bağlı Vakıf Hizmetleri Daire Başkanlığının görevlerine yer verilmiştir. Buna göre;
a-)Vakıfların personel norm kadroları ile vakıf personelinin çalışma usul ve esaslarını belirlemeye yönelik çalışmalar yürütmek,
b-)Fon Kurulu ilke kararları doğrultusunda vakıf personelinin görev, yetki ve sorumluluklarını belirlemek,
c-)Vakıf personelinin eğitimine yönelik programlar hazırlamak,
ç)Vakıf mütevelli heyetinde yer alan üyelerin seçilme ve üyeliklerinin sona ermesine ilişkin usul ve esasların belirlenmesine yönelik çalışmalar yapmak,
d-)Vakıf mütevelli heyetinin toplantı, karar, çalışma ile karar defteri usul ve esaslarının belirlenmesine yönelik çalışmalar yapmak,
e-)Vakıf denetim raporlarının takibini yapmak ve denetim raporları doğrultusunda gerekli düzeltici işlemleri yürütmek,
f-)Genel Müdürlüğe iletilen vakfa ilişkin ihbarların değerlendirme ve inceleme işlemlerini yaparak soruşturma işlemlerinin yürütülmesini sağlamak,
g-)Vakıf senetlerine ilişkin görüş yazılarını incelemek ve senetlerde uygulama birliğini sağlayıcı tedbirleri almak,
ğ)Diğer dairelerin görev alanına giren yatırım talepleri hariç olmak üzere, vakıfların yatırım planlarına (menkul, gayrimenkul ve demirbaş) ve hizmet mekânlarının iyileştirilmesine (vakıf modernizasyonuna) yönelik kaynak taleplerini değerlendirmek ve Fon Kurulunun onayına sunmak,
h-)Fon Kurulu kararlarına uygun olarak kaynak aktarım talimatlarını düzenlemek ve kararları vakıflara bildirmek,
ı) Bakanlık Hukuk Müşavirliğinin görüşüne ihtiyaç duyulmayan hâllerde vakıfların hukuki görüş taleplerini değerlendirmek ve sonuçlandırmak,
i-)Vakıfların ve diğer kamu kurumlarının görüş taleplerini içeren, dairenin görev alanına giren hususlara ilişkin yazıları cevaplamak,
j-)Diğer daire başkanlıklarının görev alanına girmeyen konularda vakıfların görüş talep yazılarına cevap vermek olarak sıralanmıştır.
Diğer taraftan 3294 Sayılı Kanun, vakıf çalışanları ile ilgili bir düzenleme içermemektedir. Buna karşılık 5263 Sayılı Kanun ile 633 Sayılı KHK hükümlerine göre Fon Kurulunun görevleri arasında vakıflarda çalıştırılacak personelin nitelikleri ile özlük hakları ve diğer hususlarla ilgili belirlenecek kriterleri görüşmek ve karara bağlamak" olduğu da belirtilmiştir. Fon Kuruluna verilen bu görev nedeniyle 02/08/2006 tarih ve 2006/4 Sayılı karar ile "Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları Personelinin Norm Kadro Standartları, Nitelikleri, Özlük Hakları ve Çalışma Şartlarına İlişkin Esaslar” düzenlenmiştir. Bu esaslar Fon Kurulunca 16.02.2012 tarihli ve 2012/l sayılı karar ve 11.12.2014 tarih ve 2014/7 Sayılı karar ile önemli değişikliklere uğramıştır.
Fon Kurulu'nun söz konusu kararları ile özellikle 2014/7 Sayılı karar ile şekillenmiş olan bu “Esaslara” değinilecek olursa;
Öncelikle bu “Esaslar”ın, 633 Sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK'nin 11. maddesinin (ç) bendi ile 34. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi uyarınca hazırlandığı belirtilmelidir.
“Esaslar”ın 3. maddesinde tanımlar yapılmış iken 4. maddesinde vakıf personelinin unvanı, nitelikleri ve ücret skalası cetveli, norm kadro standardı cetveli, belirli ve belirsiz süreli iş sözleşmesi örnekleri, aşevi, yurt iktisadi işletme gibi hizmetler için belirli süreli iş sözleşmesi, personel kimlik kartı örneği, kıdem tazminatı hesaplama cetveli, personel işe giriş bilgi formu ve personel iş tanımları düzenlenerek esasların ekinde yer almıştır.
“Esaslar”ın 5. maddesiyle vakıfların il/ilçe nüfusları, kırsal nüfusları, sosyo-ekonomik gelişmişlik durumları ve iş yoğunluğuna göre norm kadro sayıları tespit edilmiş ve vakıflar bu sayılara göre gruplandırılmıştır. Bu gruplar, “Esaslar” ekinde yer alan EK (ll)'de tanımlandığı şekilde oluşturulur ve ihtiyaç duyulan hâllerde Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü tarafından Fon Kurulu kararıyla yeniden belirlenir. 6. maddede de personel alımlarında aranacak genel ve özel şartlar sıralanmıştır. Özellikle 6. maddenin sekizinci fıkrasında “Vakıflarda ilk defa istihdam edilecek Muhasebeci, Sosyal Yardım ve İnceleme Görevlisi ile Büro Görevlilerinde 4 Yıllık Yükseköğretim Kurumlarının her bir unvanın iş tanımında belirtilen bölümlerinden mezun olmak ve ÖSYM tarafından yapılan geçerli Kamu Personeli Seçme Sınavında KPSS P3 puan türünde en az 60 puan almış olmak şartları aranır. İhtiyaç duyulması hâlinde Mütevelli Heyeti tarafından yabancı dil bilmek, bilgisayar programları kullanabilmek gibi özel şartlarda aranabilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.
“Esaslar”ın 8. maddesinde ise personel istihdamı düzenlenmiş ve Fon Kurulunun 2014/7 Sayılı kararı ile önemli değişiklikler yapılan bu maddeye göre; belirsiz süreli personel alımında bu esaslara ekli Ek-(II) sayılı cetvelde belirlenen norm kadro sayılarının aşılamayacağı, personelin işe alınmasının mütevelli heyeti kararı ile sistem üzerinden yapılacağı, KPSS şartı aranan kadrolar için mütevelli heyetince ilan çıkarılacağı, ilan sonucunda alınacak personelin 5 katı kadar kişinin KPSS P3 puanına göre en yüksek puandan başlanarak sıralanıp mülakata çağrılacağı, mülakat neticesinde yeterli görülenler için işe giriş bilgi formu düzenlenerek sisteme girilmesi gerektiği, personel için ekte yer alan sözleşme örnekleri kullanılarak sözleşme yapılacağı, belirli- belirsiz sözleşme yapılan personele dair girilen işlemlere ilişkin bilgilerin Vakıf Hizmetleri Daire Başkanlığınca takip edileceği, mülakat komisyonunun mülki idare amiri başkanlığında toplanacağı hususlarına yer verilmiştir. 9. maddesinde vakıf personelinin işten çıkarılması düzenlenmiş ve işten çıkarılmaya ilişkin gerekçeli mütevelli heyeti kararı ile ödenmesi gereken hâllerde kıdem tazminatı hesaplama cetveli doğrultusunda hesaplanan miktarın işten çıkış bilgi formu ile sisteme girilerek Genel Müdürlüğe bildirileceği, bunun üzerine Vakıf Hizmetleri Daire Başkanlığınca işten ayrılan personelin bilişim uygulamalarına erişim hakkının kaldırılacağı, personel bilgilerinin pasif hâle getirileceği düzenlenmiştir.
Vakıf personeline ödenecek aylık ücret ise 10. maddede düzenlenmiştir. Buna göre bu ücretin EK-(I) sayılı cetvelde gösterilen azami ücretleri aşmayacak şekilde mütevelli heyetince belirleneceği, EK-(I)'de belirlenen ücretin Devlet memuru aylıklarında yapılan artış oranında arttırılacağı, personele ikinci bir görev verilmesi durumunda ilave ücret ödenmeyeceği belirtilmiştir.
“Esaslar”ın 11. maddesinde ise açıkça “Personele her yılın Ocak ve Temmuz aylarında birer sözleşme ücreti tutarında ikramiye ödenir. Bu ikramiyeler personelin çalıştığı son 6 aylık hizmeti karşılığında ödenir. Personelin işe başlaması, işten ayrılması veya ücretsiz izinli olması durumunda 6 aylık dönem içerisinde çalışmış olduğu gün sayısına oranlamak suretiyle ikramiye ödemesi yapılır. İkramiyeler ilave tediye niteliğinde olup personele ayrıca ilave tediye ödemesi yapılmaz.” hükmüne yer verilmiştir.
“Esaslar”ın 13. maddesinde vakıf personelinin çalışma şartları düzenlenmiş ve EK-(VIII) de yer alan personel iş tanımlarında belirtilen çerçevelerde görevlerini yerine getirecekleri, vakıfta 1 yıl görev yapmak şartıyla görev almak istediği başka bir vakıfta personel ihtiyaç ve norm kadro durumuna göre vakıf mütevelli heyetinin uygun görüşüyle görev alabileceği, afet ve acil durumlarda başka bir vakıfta geçici olarak görevlendirilebilecekleri belirtilmiştir.
Görevlendirme ve harcırah başlıklı l4. maddede, "(l) Genel Müdürlük, Vakıf personelini vakfın görev alanı ile ilgili eğitim, konferans, çalıştay gibi organizasyonlarda görevlendirebilir. Personelin Genel Müdürlüğün düzenlediği organizasyonlara katılımı zorunludur.
(2) Genel Müdürlüğün şehir dışı görevlendirmeleri nedeniyle Vakıf personelinin yaptıkları harcamalar belgelendirilmek suretiyle vakıf tarafından kendilerine geri ödenir.
(3) Vakıf personellerine şehir içi görevlendirmeler ve sosyal incelemeler nedeniyle ayrıca harcırah ödenmez." düzenlemesi mevcut iken 15. maddede, vakıf personelinin unvan değişikliğinin mütevelli heyetince Fon Kurulu kararıyla belirlenen norm kadro standartlarına ve unvan için gerekli niteliklere bağlı kalınmak kaydıyla yapılabileceği hükümleri dikkate alındığında, anılan vakıfların kamu işyeri mahiyetinde oldukları anlaşılmaktadır.
Bununla birlikte 09.06.2017 gün ve 2016/3 Esas, 2017/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; 3294 Sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile kurulan SYD vakıflarının özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olup ayrı işyeri olan bağımsız işveren oldukları, bu nedenle her vakıf için işyeri düzeyinde toplu iş sözleşmesi yetkisi verilebileceği, iş güvencesi hükümlerinden yararlanmanın ön koşullarından olan işçi sayısı tespit edilirken her vakıf yönünden sadece kendi işçi sayısının dikkate alınacağına karar verilmiştir.
Vakıfları özel hukuk tüzel kişiliğine haiz ayrı işyeri bağımsız işveren olarak niteleyen ve bu nedenlerle işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi imzalanamayacağını, her vakıf için işyeri düzeyinde toplu iş sözleşmesi yetkisi verilebileceğini karara bağlayan sözü edilen İçtihadı Birleştirme Kararından sonra, 3294 Sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu'nun 7. maddesine 25.05.2018 tarihinde yürürlüğe giren 7144 Sayılı Kanun'un 7. maddesiyle eklenen fıkra ile “Vakıflar, 18/10/2012 tarihli ve 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun 34. maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce imzalanacak işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında işyerleridir.” düzenlemesi getirilmiştir.
Düzenlemenin gerekçesi; “Vakıfların toplu iş sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce veya yetkili kıldığı işveren sendikasınca imzalanan işletme toplu iş sözleşmesi kapsamındaki kamu işyerleri olduğunun açıklığa kavuşturulması” şeklinde ifade edilmiş, bunun yanında madde gerekçesi ise; “Madde ile 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş sözleşmesi Kanun'un 34. maddesinin ikinci fıkrasında bahsi geçen kamu kurum ve kuruluşlarının aynı iş kolundaki birden çok işyerlerinde toplu iş sözleşmesinin ancak işletme düzeyinde yapılması gerektiği hükmü uyarınca, Vakıfların mevzuattaki ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu iş sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce veya yetkili kıldığı işveren sendikasınca imzalanan işletme toplu iş sözleşmesi kapsamındaki kamu işyerleri olduğu düzenlenmiştir.” şeklinde belirtilmiştir.
Bütün bu açıklanan maddi ve hukuki olgular ile yasal düzenlemelere göre;
Gönüllülük ve rızaen değil bizzat Kanun'la kurulması öngörülen SYD vakıflarının kuruluş aşamasının vakıflardaki prosedüre uygun olarak tamamlanması SYD Vakıflarının hukuki statüsünü değiştirecek mahiyette kabul edilemez. Zira 3294 Sayılı Kanun'da düzenlenen sosyal yardım şeklindeki kamu hizmetinin gerçekleştirilmesi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının görev alanına girmektedir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü bu görevini merkezi yetkinin yerindelik ilkesi gereği her il ve ilçede kurulması öngörülen vakıflar aracılığıyla gerçekleştirmektedir. Yukarıda kuruluş, idari ve mali yapısına değinilen SYD Vakıflarının belirtilen nitelikleri dikkate alındığında kamu kurumu şeklinde örgütlendiği açık olup bu noktada Bakanlığın vakıflar üzerindeki yetkisinin sadece denetim ile sınırlı olduğunu söylemek biraz önce yer verilen yasal düzenlemeler ile bağdaşmayacaktır. Nitekim SYD Vakıflarının karar organı olan mütevelli heyeti ile Fon Kurulu kamu görevlilerinden teşekkül etmekte ve vakıfların faaliyetlerinde esas alınacak kriterler Bakanlıkça önceden belirlenmektir. Yine bütün bu hususları kamu kaynaklarının etkin ve verimli şekilde kullanılması düşüncesine özgülemek de doğru olmayacaktır. Zira çalışanlar yönünden getirilen yasal düzenlemeler ile de vakıfların kamu işyeri niteliğine haiz olduğu açıkça ortaya konulmuştur.
Vakıf personeline ilişkin olarak 633 Sayılı KHK kapsamında verilen görev nedeniyle Fon Kurulu kararlarına istinaden SYD Vakıfları personelinin norm kadro standartları, nitelikleri, özlük hakları ve çalışma şartlarına ilişkin esaslar düzenlenmiş az yukarda bu esaslara ayrıntılı şekilde yer verilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki norm kadro esasları sadece kamu kurum ve kuruluşları için geçerlidir. Yine hiçbir özel hukuk tüzel kişiliğinde personel alımı Kamu Personeli Seçme Sınavından belli bir puan alma şartına bağlı olmadığı gibi bu yönde bir kıstas getirilmesi de mümkün değildir. Yukarıda sözü edilen “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları Personelinin Norm Kadro Standartları, Nitelikleri, Özlük Hakları ve Çalışma Şartlarına İlişkin Esaslar” da açıkça vakıf personeline ödenecek olan aylık ücretin ekte yer alan cetvelde kararlaştırılandan fazla olamayacağı, personel için belirlenen ücretin Devlet memurları aylıklarında yapılan artış oranında arttırılacağı, vakıf personelinin ekte yer alan personel iş tanımında belirtilen çerçevede görevini yerine getireceği vs. şeklindeki düzenlemelerden ve çalışanların işten çıkış, işe giriş gibi kimi özlük işlemleri Vakıf Hizmetleri Daire Başkanlığı tarafından gerçekleştirildiğinden, SYD Vakıflarının hem işyeri hem de örgütlenmesinin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kontrolünde olan kamu işyerleri olduğunu söylemek yerinde olacaktır.
Bütün bu nedenlerle vakıfların kamuya bağlı, kamusal yetkiler kullanan, kamusal hizmet gerçekleştiren, gelirlerinin tamamına yakını Devlet tarafından karşılanan kamu işyerleri olduğunun kabulü gerekmektedir.
25.05.2018 tarihinde yürürlüğe giren 7144 Sayılı Kanun'un 7. maddesiyle 3294 Sayılı Kanun'un 7. maddesine eklenen fıkrada da aynı sonuca varılmıştır.
Bilindiği üzere toplu iş sözleşmesi, tarafları işçi sendikası ile işveren sendikası veya sendika üyesi olmayan işveren arasında yapılan sözleşmeyi ifade eder. 3294 Sayılı Kanun'un 7. maddesine eklenen fıkrada da açıkça, vakıfların Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce imzalanacak işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında işyerleri olduğu düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile niteliği konusunda kuşku bulunmayan SYD vakıflarının kamu iş yeri olduğuna bir kez daha vurgu yapılmıştır. Nitekim işveren sıfatı bulunmayanın toplu iş sözleşmesi düzenleme yetkisi de bulunmamaktadır. Kamu kurumu niteliği 3294 Sayılı Kanun'un 7. maddesine eklenen fıkra ile de açıklığa kavuşturulmuştur. İçtihadı Birleştirme Kararının bütün sonuçlarını ortadan kaldırılan 25.05.2018 tarihinde yapılan kanun değişikliği madde gerekçesinde, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının kamu işyerleri olduğunun açıklığa kavuşturulmasından bahsedilmiştir. Düzenlemenin toplu iş sözleşmesinin yetkisi ile sınırlı sonuç doğurması gerektiğini de söylemek mümkün değildir. Çünkü Sendikanın yetkisi noktasında işyerinin bir bütün olarak ve kamu işyeri sayılmasından sonra bu işyerinin hâlen özel hukuk tüzel kişisi olduğundan söz edilmesi çelişkili bir durum teşkil etmektedir.
Vakfın bir yandan kamu işyeri olduğu bir yandan da özel hukuk tüzel kişisi olduğu Kamu- Özel hukuk tüzel kişisi gibi kanunda yer alan gerçek ve tüzel kişilik dışında yeni bir kamu - özel hukuk tüzel kişiliği şeklinde söylem bir kavram karışıklığına yol açmaktadır. Devletin hiçbir idaresinin kamulaştırmadıkça ne herhangi bir özel hukuk tüzel kişisi ve ne de Sosyal Yardım Dayanışma Vakıfları hakkında işletme veya işyeri düzeyinde sözleşme imzalaması mümkün değildir. Dairenin kararında dayandığı Sendika ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nda belirtilen işyeri veya işletmeler doğrudan kendi bünyesindeki işyerleridir. Vakıfların personelinin idaresinin Vakfa ait iken toplu iş sözleşmesi imzalamaya gelince Aile Sosyal Hizmetler Bakanlığının Kanun ile yetkilendirilmiş olması organik bağı çağrıştırmaktadır. Bakanlık ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları özellikle 3294 Sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ve 7/son maddesi nazara alındığında organik bağ içerisinde oldukları ortaya çıkmaktadır. Somut olayda Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları'nın Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının bünyesinde yer aldığı açık Kanuni düzenleme ile kabul edildiğinden gerek Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları'na ve gerekse Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına ayrı ayrı ve birlikte husumet yöneltilmesi mümkündür.
Kaldı ki konuyla ilgili yukarıda söz edilen İçtihadı birleştirme kararına ilişkin karardan sonra çıkan yukarıda ayrıntılı açıklanan yasal değişiklik sonrası Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun çok sayıda kararı mevcuttur. Hukuk Genel Kurulunun 25.05.2018 tarihinde yapılan kanun değişikliğine ilişkin madde gerekçesine değinerek İçtihadı Birleştirme Kararının bütün sonuçlarının ortadan kalktığına dair çok sayıda kararının varlığı karşısında gelinen aşamada yasal hiç bir değişiklik olmadığı hâlde tam tersi karar vermek hukuk güvenliği ilkesine de aykırıdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2018(22)9-551 Esas, 2021/1662 Karar, 2016/91222 Esas, 2018/1137 Karar, 2016/9-1226 Esas, 2018/1141 Karar, 2016/9-1225 Esas, 2018/1140 Karar, 2016/9-1223 Esas, 2018/1138 Karar).
Uyuşmazlık konusuna ilişkin hukuk genel kurulunda yapılan görüşme sırasında yasa düzenlemesi yapılırken işçi sendikalarının kulis yapması nedeniyle kanunun bu şekilde çıktığı, gerekçenin de aslında amaçlanan sonuca ilişkin olmadığı, yasa maddesine ilişkin gerekçe yazımı ile yasa metninin son hâlini almasına sürecinin uzun sürmesi nedeniyle böyle bir sonucun ortaya çıktığı, dolayısı ile yasa metni ve gerekçesinin içtihadı birleştirme kararını ortadan kaldırmadığına ilişkin görüşlere katılmak mümkün değildir. Şöyle ki; sendikalaşma demokratik toplumlarda demokratik bir hak olup, işçi sendikalarının işçilerin haklarını, çalışma hayatını düzenleyecek olan hususların yasalaşma çalışmaları sırasında kamuoyu oluşturması, bunun meclise taşınmasını sağlamaya çalışması, yasa çalışmaları sırasında işçi haklarına ilişkin görüşmeler yapması da demokratik hak olmasının yanı sıra varlık sebepleri ile doğru orantılı bir davranıştır.
Açıklanan nedenlerle, başından itibaren kamu işyeri olan davalı vakfın bu niteliği 3294 Sayılı Kanun'un 7. maddesine eklenen fıkra ile de açıklığa kavuşturulmuş olduğundan yukarıda belirtilen hususlar ışığında husumetin davalı bakanlığa yöneltilebileceği, direnme kararının yerinde olduğu ve onanması gerektiği görüşündeyiz.